Eleştirmenin Not Defteri

15 Aralık 2011 Perşembe

ELEŞTİRMENİN NOT DEFTERİ - 2

İşte 16-23 Aralık haftasının filmleri hakkında kısa eleştiri notları: 

Acımasız Tanrı, Roman Polanski’nin yeni filmi... Yine bir tiyatro oyunundan beslenen usta yönetmen orijinal metne aynen sadık kaldığı bir film çıkarmış. Bizde Vahşet Tanrısı adıyla 3 yıldır sahnelenen oyun çocukları kavga ettikten sonra bir araya gelip bu sorunu “uygarca” çözmeye çalışan ebeveynlerin giderek bir hesaplaşamaya dönüşen toplantılarını konu alıyor... Sakin ve medeni bir şekilde başlayan buluşmaları bir süre sonra evliliklerin, kadın ve erkek arasındaki görüş farklılıklarının ve insanların “kültür”le olan ilişkisinin sorgulandığı bir meydan savaşına dönüşüyor. Oyun aslında Michael Haneke’nin filmlerinin yaptığını onun tam tersi, komik bir anlayışla gerçekleştiriyor.
Dört usta oyuncu Kate Winslet, Jodie Foster, Christoph Waltz ve John C. Reilly bütün filmi ustalıkla taşıyorlar. Bir tek Jodie Foster’ın sonlarına doğru oyununu giderek büyüttüğünü Polanski’nin ne hikmetse bu abartıya izin verdiğini söylemeliyim... 4/5


Sherlock Holmes: Gölge Oyunları müthiş bir entrika içeriyormuşcasına tepelerde seyreden bir ego ve özgüvenle başlıyor hikayesine... İlk filmde bıraktığımız ana kahramanını fiyakalı bir şekilde bir bombalama eyleminin ortasına atıyor. Sherlock Holmes’un hikayedeki ilk hamlesi onun kılık değiştirme takıntısı. Ama bu özellik Pembe Panter filmlerindeki Dedektif Clouseau’nun yaptığı gibi komik bir öğe olarak sunuluyor film boyunca. Holmes’un uzakdoğu dövüş sporunu da ustaca uyguluyor olması gereksiz bir Jackie Chan efekti katıyor  filme... Zaten bir süre sonra bize sanki müthiş gizemli ve bol sürprizli bir entrika sunacakmış gibi karman çorman bir şekilde başlatılan hikayenin alt tarafı Avrupa’da büyük bir savaş başlatıp silah satarak zengin olmak isteyen bir deli ‘dahi’ profesörü engellemeye çalışmak olduğu anlaşılıyor. Bu mu yani Sherlock Holmes’u zorlayacak olan düşman?
Anlaşılan Guy Ritchie bu genç kuşağın yani Alacakaranlık gibi yüzeysel filmlere ilgi gösteren kitlenin ‘hikaye’den çok, işin eğlencesine düşkün olmalarıyla ilgilenmiş. Filmini bir ‘aşırılıklar gösterisi’ne dönüştürmüş... 2/5
Filmin tam eleştiri yazısı için www.arkapencere.com adresine de buyurabilirsiniz... 


Bisikletli Çocuk babasız büyümek zorunda olan ama bunu kabullenmek konusunda büyük direnç gösteren Cyril’in yürek burkucu hikayesini anlatıyor... Cyril hep kırmızı giyiyor... Bu kırmızı tişörtleriyle yansıttığı içindeki o öfkeyi ve inadı bir türlü bastıramıyor... Ona sahip çıkmak isteyen Samantha adlı genç kadınla bir uzlaşma sağlaması için Cyril’in içindeki öfkeyi öldürmesi gerekiyor... (Böyle bakınca final daha da ilginçleşiyor...)
Bu enfes film küçük bir hikayeyle izleyenleri nasıl da büyüleyebileceğinizi o kadar güzel anlatıyor ki... Dardenne kardeşler kolaylıkla depresifleşebilecek bu hikayeyi sıkmadan ve en doğal haliyle sunmayı ustalıkla başarıyorlar. Sanırım ilk kez önceki filmlerinden farklı bir müzik kullanımı da tercih etmişler. Kullanılan birkaç klasik müzik bestesi sahnelere masalsı bir duygusallık da katmış... 
Sahneler arasında sürekli pedal çeviren, koşan, hep hareket halindeki hiperaktif Cyril rolünde harika bir oyunculuk gösterisi sunan Thomas Doret tüm izleyenlerin gönlünü çalıyor. Karşınızda görseniz sarılmak için bir saniye düşünmezsiniz... Buna karşılık film Cecile De France'ın canlandırdığı Samantha karakteri konusunda daha cimri... Samantha'nın çocuğa karşı duyduğu bu annelik duygusunun temelini bulmak konusunda yönetmen kardeşler işin büyük kısmını seyirciye bırakmışlar anlaşılan... 4/5
 

Sümela’nın Şifresi, Keloğlan masalından devşirilmiş hikayesini oldukça sıkıcı bir olay örgüsüyle sunmakla kalmayıp, yapanların komik olduğunu sandıkları yılışık esprilerle süslenmiş kaba-saba bir mizah sunuyor bize. Başrolündeki Alper Kul eğer sevimsiz bir Keloğlan yaratmak istemişse bunu gayet de iyi başarmış... Film tek bir an bile sempatik ve samimi olamıyor...
Zafer Ergin, Altan Erkekli gibi oyuncular da sadece birer sahne görünmelerine rağmen afişte isim ve cisimlerine yer buldukları için kendilerini ne kadar şanslı hissetseler azdır! 
Türk sinemasının “komedi olsun çamurdan olsun” mantığını bir an evvel terketmesi gerekiyor. Sadece Karadenizli vatandaşlarımız izlese bile yırttık mantığıyla film çekilmez! 
Ayrıca Sümela’nın Şifresi sonunda 'bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz' diye yazan ilk sinema filmi olabilir mi acaba? Herhalde ortaya çıkan bu 'müthiş' eserden sonra izleyiciler için "en azından bunu hakettiler" diye düşünmüşler...! 1/5


Acı Tatlı Tesadüfler France (filmin tek cazip tarafı olan Karin Viard) adlı işsiz ve kocasız üç çocuklu bir kadının ayakta kalma mücadelesi gibi başlıyor. Sonra France Özel Bir Kadın (Pretty Woman) filmindeki Richard Gere’ın yaptığı işin aynısını yapan zengin ama duygusuz tam bir “piç kurusu”nun yanında işe başlıyor. Burada hafiften romantik-komedi türüne sarkan yapım bir süre sonra oradan da sıkılıyor ve finalde eski Yeşilçam filmlerindeki ‘fakir ama gururlu mahalle zengin kötüye karşı’ komedisine dönüşüyor... Biz ‘film nasıl başladı nasıl bitti’ diye düşünürken tam olarak ne olduğunu anlatmayan bir final sahnesiyle de sona eriyor... 
Yönetmen Cédric Klapisch önceki filmlerinden İspanyol Pansiyonu ve Paris'in altında bir iş çıkartmış bu sefer... 2/5

5 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Nedir şimdi bu anlamadım? İngilizce bir şey yazıp bana yolluyorsunuz gerçekten anlamadım.. Bir yerden alıntı mı yaptınız? Bir "ima" da mı bulunuyorsunuz? ne diyorsunuz?
    Çünkü Dardenne kardeşlerin filmlerini görmüş birinin çok kolaylıkla çıkartabileceği bir cümledir bu... Çünkü hiç müzik kullanmazlar genellikle... İlk kez bu filmde klasik müzik kullanmışlar ve üstelik de bu prensiplerini bir büyüme hikayesinde bozmuşlar!... Bunu sinemayla benim kadar ilgili olan herkes söyleyebilir...
    Yani herhalde üstteki yorumunuzla bana karşı böyle saçma bir "suçlama" ve "ayıp" yapmıyorsunuz değil mi Yiğitalp bey?

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. Merhaba Yiğitalp...
    "Bisikletli Çocuk" tam da masallardaki gibi kimsesiz kalan bir çocuğun türlü maceralar yaşayıp sonunda huzuru bulmasıyla bitiyor. Sırf bu cümleyle bile filmin masalsı bir yanı olduğunu görebilmek mümkün... Dardenne kardeşler ilk kez bu filmle müzik kullanmak istemeleri çağdaş bir "masalsılık" yaratma isteği olarak okunabilir... Hatta belki çocuğun kırmızı giymesini bile bu masalsı anlatıya ekleyebiliriz. Filmi bu tondan baştan sona okuduğun zaman, Pamuk Prenses'teki elmayla kandıran cadıya (Cyril'i playstation'la kandıran torbacı?), prensese (tabi ki Samantha) ve diğer tüm masal öğelerine bir karşılık bulabilmen mümkün oluyor...
    Filmler üzerine düşünürken kendine herhangi bir sınır getirme Yiğitalp... Masallar, mitolojiler, efsaneler, kutsal kitaplar, vs... her şey var onlarda...
    iyi seyirler...

    YanıtlaSil
  5. Küçük şehirlerde kaba komedi veya sulu zırtlak filmlerin haftalarca oynamasından ben de rahatsızım. Beklediğim bir çok film şehrimde vizyona girmiyor. Bu filmlere olan talebi de anlıyor değilim . Örneğin bir Recep İvedik filmi Gökbakar'ın televizyon işinin 10 dakikalık bir skeci kadar güldürmemişti beni. Bunun için 2 saat ve ekstra para ayırıp sinemaya gitmek nedendir bilmiyorum. Ama amaçları "iyi bir sinema filmi yapmak" olmayan insanlar, bu tip filmler milyon izleniyorsa türevleriyle iş yapmaktan neden vazgeçsinler ki.

    YanıtlaSil