Eleştirmenin Not Defteri

26 Şubat 2016 Cuma

HESAPLAŞMA

Herkes kendi filminde!
Bir filmde Al Pacino ve Anthony Hopkins olunca insan gerçekten de büyük bir film bekliyor doğrusu. Ama “Hesaplaşma” bizim bu beklentimizi ve güvenimizi adeta orijinal ismindeki gibi ‘suistimal’ ediyor!  
“Hesaplaşma” bir fidye hikayesi gibi başlıyor. Son zamanlarda hakkında açılan iş davalarıyla uğraşan, ilaç endüstrisinin dev şirketlerinden birinin sahibi olan Arthur Denning’in (Anthony Hopkins) genç sevgilisi kaçırılır ve yüklü bir fidye istenir. Denning ödemeyi yapmaya karar verir. Ancak durum bundan çok daha farklı bir şeydir. Bundan bir hafta öncesine gideriz ve genç sevgili Emily’nin eski erkek arkadaşıyla tanışırız. Büyük bir hukuk firmasının genç avukatı Ben çok hırslı bir adamdır. Bebeklerini kaybettiklerinden beri karısıyla arasında bir mesafe vardır. Eski sevgilisi Emily’nin sosyal medyadan onu bulmasıyla tüm dengesi altüst olur. Ben, Emily sayesinde çalıştığı firmada yükselmek için bir fırsat yakalamıştır böylece. Firmanın patronu Abrams (Al Pacino) ona bu fırsatı verir. Ama yine hiçbir şey göründüğü gibi değildir! 
Bu hiçbir şeyin göründüğü gibi olmaması ve kalabalık karakterlerinin herbirinin farklı amaç ve dertlerinin olması onları bir türlü inandırıcı bir birlikteliğe götüremiyor. Al Pacino ve Anthony Hopkins kendilerini otopilota alıp takılmışlar filmde. Hatta Al Pacino dalga geçer gibi oynuyor... Yönetmen Shimosawa ise en küçüğünden en büyük rolüne kadar hep tanıdık ve iyi oyuncuları (Josh Duhamel hariç!) toplasa da, bol bol kamerayı kaydırıp gergin sahneler tasarlasa da olan biten olaylarda yakaladığımız açıklar bizi bir türlü hikayeyle başbaşa bırakamıyor.
Emily’nin amacı nedir, ne istiyordur? Onun peşindeki Koreli motorlu vatandaş niye öyle melankolik, ne yaşamış da böyle olmuş? Ben’in karısı acılı bir anne mi yoksa zombi mi? Niye herkes başka bir filmin içindeymiş gibi oynuyor? Josh Duhamel niye bu kadar kötü bir oyuncu? Bunlar gibi sorular film boyunca beynimizi meşgul ediyor işte... “Hesaplaşma”da yapılmak istenen şey aslında iki büyükbaşın ortasında kalmış hırslı ama çaylak bir avukatın hikayesini anlatmak sanırım ama o kadar dağılmış ki mesele, yazık olmuş... 2/5

Hesaplaşma
Yönetmen: Shintaro Shimosawa
Oyuncular: Josh Duhamel, Anthony Hopkins, Al Pacino, Malin Akerman, Alice Eve, Byung-hun Lee, Julia Stiles
106 dakika

MISIR TANRILARI

Tanrılar çıldırmış olmalı!

Bazı filmler amaçlarının dışında bir şeye sebep olurlar. “Mısır Tanrıları” çok iyi bir film olmayabilir, ama genç seyircileri mitoloji okumaya davet eden bir etki yaratabilir!


Hollywood’un zaman zaman mitolojiye dalıp istediği değişiklikleri yaparak aksiyon filmi üretmesine iyice alıştık zaten. Mısır mitolojisinde çok bilinen bir hikayedir bu: Tanrı Ra’nın birbirlerinden nefret eden iki oğlu Osiris ve Set’in hesaplaşması Set’in Osiris’i öldürmesiyle biter. Ancak Osiris ölümünün ardından öteki dünyanın efendisi olur. Set de tahta geçer ancak Osiris’in oğlu Horus büyüyünce amcasına kafa tutar. Bu sefer Set-Horus çekişmesi başlar. Ancak Set Horus’u uykusunda yakalar ve kör eder. Annesi Isis onu iyileştirir ve amcası Set ile büyük bir deniz savaşına girişir. Ancak tanrılar duruma el koyar ve Set’i sürgüne, Horus’a da tahta gönderirler.
En bilinen haliyle bu hikaye böyleyken “Mısır Tanrıları” filminde senaryo, “Gladyatör” gibi filmler model alınarak yazılmış. Barışsever kardeşinin tahtı kendi oğluna bırakmasına sinirlenen Set, taç giyme töreni sırasında kardeşini öldürüp Horus’u da kör eder. Sonrası, iyice berduşa bağlayan Horus’un sıradan ve ölümlü bir genç hırsız olan Bek tarafından uyandırılıp Set’i tahttan indirmesini sağlamaya kalmıştır. Tanrılara güvenmeyen Bek ile liderlik konusunu o güne kadar kendine hiç dert etmemiş egosantrik Horus’un intikam yolunu izliyoruz filmin geri kalanında.
Yani mitolojinin sihirli dünyası biraz törpülenip alıştığımız ‘kahramanın yolculuğu’ formatına iyice endeksleniyor. Macera boyunca Horus’un sorumluluk duygusu ve adil olmak konusunda aldığı derslere Bek’in tanrılara yeniden inanç duyması eklenecektir elbette. Set ise tahta gelir gelmez şehirdeki özgürlük havasını sona erdirip, halkı köleleştirip, şehri binalarla doldurmuş; gökyüzüne değecek biçimsiz bir kule yaptırmaya çalışmıştır!
Diğer 299 arkadaşı ne yaptın acaba?
“Gizemli Şehir” (Dark City) filmiyle gönlümüzde taht kuran yönetmen Alex Proyas’ın filmi bir görsel efekt bombardımanı adeta. Bir süre sonra izlediğimiz görüntüler tümüyle animasyonmuş gibi görünmeye başlıyor. Ama Set’i oynayan Gerard Butler (300 Spartalı) ile Horus rolünde izlediğimiz Nikolaj Coster-Waldau (Game of Thrones) ile çekici kadın oyuncular belli ölçüde ilgiyi koruyorlar. Özellikle genç seyircilerin Horus ve Bek’in kötü adamı yakalamaya çalışan iki zıt karakterli polis gibi olmalarına da çok takılmayıp, hikayenin doğru versiyonunu hatta tüm mitolojik hikayeleri okumalarını tavsiye ederim. 2,5 / 5

Mısır Tanrıları
Yönetmen: Alex Proyas
Oyuncular: Brenton Thwaites, Nikolaj Coster-Waldau, Gerard Butler, Courtney Eaton, Elodie Yung
127 dakika


13 Şubat 2016 Cumartesi

DEADPOOL

Benzersiz bir süper kahraman!

Wade Wilson ya da namı diğer, “Deadpool” hiç alışık olmadığımız bir süper kahraman. Onun benzersiz hikayesinin filmi ise tam bir eğlence bombası...

Deadpool’u diğer Marvel kahramanlarından ya da aslında diğer bütün çizgi roman karakterlerinden ayıran özelliği ‘farkındalığı’. Çünkü Deadpool bir çizgi roman kahramanı olduğunun gayet bilincinde bir süper kahraman ve bunu seyirciyle sık sık paylaşıyor..
İlk kez 90’lı yıllarda çizgi roman dünyasına adım atan Deadpool’a ben de çok aşina değildim açıkçası. Ancak çizgi roman raflarında yaptığım kimi okumalarda gördüğüm o ki “Deadpool” süper kahraman evreninin en edepsiz, en doğrudan, en vahşi ve en geveze karakteri. Öyle maceraları var ki mesela bir tanesinde bütün Avengers kahramanlarını tek tek öldürüyor. Örümcek Adam’ın bile gözünün yaşına bakmıyor. Bir diğerinde edebiyat tarihinin en sevilen kahramanlarına saldırıp hepsini çok vahşi biçimlerde katlediyor. Don Kişot’u, Sherlock Holmes’u, Tom Sawyer’ı bile hatta! Deadpool, bu cüretkar ve hayli kanlı mizahıyla tabi ki çocuk okurlar için örnek bir kahraman değil. Zaten filmi de ülkemizde 15+ yaş sınırıyla gösterilmekte.   
Eski bir ordu mensubu olan Wade Wilson, geçimini kiralık kabadayı olarak sağlamaktadır artık. Ancak bir gün yeni sevgilisiyle mutlu mesut yaşarken kanser olduğu haberini alır. Esrarengiz bir organizasyon onu farklı bir yöntemle iyileştirebileceğini söyler. Wilson bu işkenceyle dolu ‘tedavi’yi kabul eder, iyileşir iyileşmesine ama karşılığında yanıklar içindeki vücudunu ve yüzünü bir maskenin ardına saklamak zorunda olan ölümsüz bir ölüm makinesine dönüşür. O artık intikamının peşine düşmüş, merhamet ve vicdan gibi duygulardan muaf ama çok utanmaz bir mizah anlayışına sahip Deadpool’dur. Ana hikayesinde çok büyük bir buluş olmasa da bundan sonrası birbirinden vahşi ve eğlenceli aksiyon sahneleriyle dolu.
“Deadpool”, gösteri sanatında seyirci önündeki bireyin seyirciyle iletişime geçmesine verilen ‘dördüncü duvarı kırmak’ deyimine şahane buluşlarla yeni anlamlar katıyor adeta. Deadpool, bütün olan bitenler sırasında seyirciyle şakalaşıp, bunun bir film olduğunu sık sık açık ediyor. Başka filmlerle, süper kahramanlarla alay ediyor. Gerçek dünyaya ait oyuncular, şarkıcılar ve daha bir sürü pop kültür malzemesi diyaloglarda ve sahnelerde kendisine yer buluyor. Çizgi roman ve Marvel evrenine dair de müthiş iğnelemeler yapıyor Deadpool. "X-Men" filmlerine ve bizzat Ryan Reynolds'ın kendisinin canlandırdığı "Green Lantern"a laf sokması şahaneydi mesela...
Şimdiye dek gördüğümüz en dürüst jeneriklerden biriyle açılan film, asıl kahramanların filmin senaristleri olduğunu yazarak eleştirmenlerin alanına bile giriyor! Çünkü filmin gerçekten de en güçlü yeri senaryosu ve film daha başlarken buna kendisi dikkat çekiyor.
Daha ilk sahnesinden bile farkını ve eğlencesini belli eden “Deadpool” haftanın en eğlenceli yetişkin filmi... 4/5

Deadpool
Yönetmen: Tim Miller
Oyuncular: Ryan Reynolds, Morena Baccarin, Ed Skrein
108 dk.  

6 Şubat 2016 Cumartesi

CAROL

“Carol”, hem Cate Blanchett’in mükemmel oyunculuğu hem de büyüleyici görselliği için mutlaka sinemada izlenmesi gereken filmlerden biri..

Zamanında Ang Lee'nin “Brokeback Dağı” (Brokeback Mountain) vizyona girdiğinde iki kovboyun birbirine duyduğu aşkı ayıplayan, ayrımcılık penceresinden bakarak yargılayan insanlara şöyle diyordum hep: “Kabul etmek zorunda değilsiniz ama neden cinsiyet üzerinden okumak zorundasınız bu filmi? Neden bir insanın bir insana duyduğu aşk olarak göremiyorsunuz bu hikayeyi?”
“Carol”da 1950’lerin Amerika’sında boşanmak üzere olan bir kadın olan Carol, gencecik bir tezgahtar kıza aşık oluyor. Küçük kızına bir oyuncak almaya gelmiştir büyük bir oyuncak mağazasına ama en güzel hediyeyi kendisine seçer bir anlamda. ABD’nin en tutucu zamanları yaşanıyordur. Hem kadınlardır, hem farklı bir sosyal çevre ve sınıfa aittirler, hem de aralarında yaş farkı vardır. Üstelik Carol’ın kocası tek çocuklarının velayetini almak için dava açmıştır. Carol aşkını özgürce yaşayabilmenin yollarını arayıp bulmak zorundadır.
“Carol”ın çok lezzetli bir film olmasının nedeni sadece hikayesi değil aslında. Evet ünlü yazar Patricia Highsmith’in gerilimli bir aşk romanı olan “Tuzun Bedeli” romanından uyarlanmış ancak Phyllis Nagy’nin senaryosu hikayenin polisiye kısmını tümüyle çıkarmış hikayeden. Böylece karşımızda filme adını veren Carol adlı bir kadının züppe bir zengin, fedakar bir anne ve çok aşık bir kadın kimliklerine sırasıyla geçişine şahit oluyoruz. Filmdeki üç şey büyüleyici bir tonda bir araya geliyor. Cate Blanchett’in olağanüstü performansı bunların ilki. Oyuncu rol aldığı her filmdeki gibi karakterinin duygu dünyasını içinde olduğu en küçük görüntü anında bile seyircisine hissettirebiliyor. Yönetmen Todd Haynes’ın ise bu hikayeyi sunuş tarzı kusursuz. Haynes hikayenin merkezindeki iki kadını da sık sık buğulanmış ya da ıslanmış camların arkasında gösteriyor. Aralarındaki saydam engelin belli belirsiz altını çiziyor sürekli. Görsel olarak dönemin ünlü ressamlarının, fotoğraf sanatçılarının eserlerine ve “Kısa Tesadüfler” (Brief Encounter) gibi filmlere çok ince, narin göndermeler yapıyor. İki kadının eşcinsel aşkını asla basite indirgemeden, şairane bir sinemayla anlatıyor. Filme bu tonu veren çok önemli bir etken de Carter Burwell imzalı müzikleri... Filmin melankolik atmosferini tamamlayan çok duygusal, akılda kalıcı, melodik ve kulaktan kalbe akıp giden müzikler bu aşk hikayesine eşlik ediyor. Hikayenin genç kızı Therese’i canlandıran Rooney Mara da Audrey Hepburn’u andırıyor sürekli ve bu hikayeye başka bir çekicilik daha katmayı başarıyor.  
“Carol” Oscar ödüllerinde daha çok adaylığı haketse de sadece 6 dalda aday olabildi.  Uyarlama senaryosu, Cate Blanchett’i, müziği ve görüntü yönetimiyle aday olduğu bu dalların en güçlü filmlerinden biri. 5/5

Carol
Yönetmen: Todd Haynes
Oyuncular: Cate Blanchett, Rooney Mara, Kyle Chandler, Sarah Paulso
118 dakika

5 Şubat 2016 Cuma

KÖTÜ KEDİ ŞERAFETTİN

İyi bir yetişkin animasyonu ama...
“Kötü Kedi Şerafettin” mizah yazarı/karikatürist Bülent Üstün’ün 1990’larda L-Manyak dergisinde çizmeye başladığı çizgi seriydi. Üstün’ün Şero’su, Cihangir’de bohem bir hayat yaşayan Tonguç’tan üremiş yarı insan yarı kedi bir canlıdır. Hikayedeki bütün hayvanlar insanlar gibi konuşabilmektedir. Ama Şero’nun sık sık “insan mıyız lan biz!” diye söylendiği gibi daha bir kendilerine has yaşam kavgaları vardır bu hayvan karakterlerin. Üreme, beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını sağlamaya yönelik sert tavırlarıyla en az insanlar kadar vahşi ve hedonisttirler, ama diğer yandan da ne istedikleri konusunda insanlardan daha dürüstlerdir. Şero mesela yabancı türdaşı Garfield’dan farklı olarak alkol ve tütün ürünleriyle fazlasıyla barışık, libidosu fazlasıyla yüksek ve tembellik etmekten ziyade, sürekli hareket halinde olmayı tercih eden kabadayı bir kedidir. 
Yıllardır kendine ait sadık kitlesi tarafından hararetle takip edilen Şero’nun yaklaşık sekiz yıldır bir sinema filmi yapılması için uğraşılıyordu. Nihayet sonlandırıldı ve bu hafta vizyona çıktı.
evdeki beş cildi çıkarıp
göz gezdirmenin zamanı gelmiş demek ki...
13 yaşından büyük izleyicilere hitap eden film, Bülent Üstün’ün ilk Şero hikayelerine oldukça bağlı kalan bir yapıda. Şero’nun nasıl dünyaya geldiğini es geçerek, Cihangir’deki düzenine göz atıp, yanlışlıkla ölümüne sebep olduğu çizerin zombileşmesiyle başlayan hareketli bir kovalamacayı konu alıyor film. Tıpkı çizgi romanında olduğu gibi argo ve küfürlerin gırla gittiği, şiddetli kavgaların yer aldığı animasyon film, teknik anlamda şimdiye dek izlediğimiz tüm yerli animasyonlardan daha iyi. İki küçük meselesi var sadece. Yıllarca kağıttan okuduğumuz bu kahramanları bir anda bize sunulan seslerle hemen kabul edemiyor, ilk 15-20 dakikasında yadırgıyoruz belki biraz. Hatta zaman zaman bazı cümleler arada kaynayıp gidiyor. Çünkü animasyon seslendirmelerinde çok yapılan bir klişe burada da yer buluyor kendisine. Her biri çok değerli olan isimler kendilerine ait karakterleri olduklarından daha komik seslerle seslendirmişler. Ama dakikalar geçip alıştıkça buna çok takılmıyor kulaklarımız. Diğer mesele ise filmin çok büyük arızaları olmayan senaryosunun yine de gayet ‘hafif’ kalması. Zombi çizerin bir türlü ölmeyip oradan buradan çıkmasına kitlenip kalıyor hikaye, biraz tekrara düşüyor ister istemez... Araya bu hikayeyle çok ilgisi olmayan bir soygun macerası da karışıyor. Şero'nun oğlu Tacettin'in gelişi, Tonguç'un evsahibesiyle yaşadığı problem ve Şero'nun 'manitası' Misket'le tanışması da var bu hikayenin içinde ama ana hikaye omurgası olarak zombi çizer belirlenince bu yan hikayeler küçük kalıyorlar. Çünkü kaçma-kovalamaca yani hareket çizgisi getiriyor zombi hikayesi. Oysa bir yetişkin animasyonunda harekete-aksiyona bu kadar ihtiyaç yoktur. Sonuçta hedef kitleniz çocuklar değildir... 
Yani film şimdiye dek izlediğimiz en iyi Türk yapımı aksiyon olabilir ama yukarıda saydıklarımın ışığında, izlendiği sürenin dışına taşamıyor çok fazla, sadece kendi süresi içinde eğlendirebilen filmler arasında yerini alıyor. Ama yine de çok güzelleşebilecek bir serinin ilk filmi için gayet tatminkar sayılır. Daha güzel filmlere kapı açar inşallah bu ilk film... Tekrar tekrar belirtmeli diğer yandan, animasyon olduğuna aldanıp küçük çocuklarınızla gitmeye kalkmayın sakın. “Kötü Kedi Şerafettin”, aynen dergi sayfalarından fırlayıp çıkmış kadar sert ve tavizsiz! Hatta yaş sınırının daha da yüksek olmasını göze alıp, bence daha da ileri götürebilirdi işi... 3,5/5

Kötü Kedi Şerafettin
Yönetmenler: Mehmet Kurtuluş, Ayşe Ünal
Seslendirenler: Uğur Yücel, Demet Evgar, Okan Yalabık, Yekta Kopan, Ayşen Gruda, Ahmet Mümtaz Taylan
82 dakika