Eleştirmenin Not Defteri

7 Aralık 2012 Cuma

Arşivden: 2012 (En kötü felaket filmi mi?)



Madem takvimin sonuna geliyoruz, biraz tam da bugünlere selam çakan bir filmi hatırlayalım... "2012" felaket filmlerinin anası olmak için yola çıkmış hesapta ama felaket filmlerinin en komiği oldu istemeden.  Zaten dünyanın sonuyla ilgili yüksek bütçeli bir film yapılacaksa Roland Emmerich’e gitmek Hollywood’un kaderi de olmamalıydı! İşte karşınızda felaket filmlerinin en kötülerinden biri...

Felaket filmleri, olağanüstü bir kriz ortamında ortaya çıkan erkek liderin, ritüelleştirilmiş kahramanlıklarıyla, dağılma eğilimi gösteren babaerkil aile kurumunu baştan kurup, çıkış noktasını göstermesi ve bunu meşrulaştırmak için yapılırlar. Ayrıca insanlar başlarına gelebilecek olası felaketleri en inandırıcı olabilecek şekillerde görerek güvenlik ihtiyaçlarını pekiştirip nispeten güvenli hayatlarına geri dönerler. Üstelik kendilerine dikte edilen mesajları da bilmeden almış olarak...
Felaket filmleri genelde muhafazakar ve ahlakçı olurlar. Felaketin sonunda kimin ölüp kimin yaşadığı bu açıdan çok anlamlıdır. Dağılmış ailelerin birleşmesi ve bunun aile reisi olan adamın kahramanlaşması yoluyla yapılması mutlak bir gerekliliktir. Film hükümete ve ABD çıkarlarına bir şekilde hizmet etmek durumundadır. “Armageddon”un nükleer silah teknolojisinin bir gün işimize yarayabileceğini söylemesi, “Kurtuluş Günü”nün gizli teknolojik deneyleri ve araştırmaları haklı göstermesi gibi; yüzbinlerce dolara mal olan her felaket filminin ABD hükümetine bir katkı sağlaması şarttır. Bu filmler her ne kadar ince ya da kaba yazılmış esprilerle ‘Beyaz Saray’ı eleştiriyor gibi yapsalar da hepsinde Beyaz Saray’ın işine yarayan bir şeyler vardır.
Evet, evet dünyanın sonundan koşarak kaçabilmek mümkün!
Roland Emmerich’in yaptığı her felaket filmi ise 1970’lere ait, daha ortalarındayken kimin ölüp kimin kurtulacağını çözebildiğimiz basit ama samimi görünümlü türdeşlerinden çok daha sorunlu. Çünkü Emmerich bu tür filmlere başlarken sanki olaylara sadece şöyle basit heyecanlarla yaklaşıyor: “Uzaylılar gelsinler Empire State’i bir anda tuzla buz etsinler! Beyaz Saray’ı patlatsınlar”, “New York’u öyle bir donduralım ki kurtlar filan insin şehre! Beyaz Saray da donsun!” ya da “Öyle bir dünyanın sonu filmi çekelim ki kıtalar yarılsın. Beyaz Saray’ın tepesine de John F. Kennedy uçak gemisini çakalım!”
Evet, “2012” Kennedy’nin Beyaz Saray’dan aldığı intikamını bu kadar çocukça ifade eden bir film. 2009’da bir jeoloğun tehlikeyi anladığı ama diğer felaket filmlerinin aksine bu sefer hükümetleri çok kolay inandırabildiği filmde iki sene içinde her türlü teknolojiyle donatılmış dev limanlarda dev gemilerin Everest’in hemen kıyısında gizlice ve Çin’de kaynak yapabilen herkesin sayesinde (!) inşa edilmelerine inanmamızı isteyen bir film. Hiç kimse Roland Emmerich’e “Bu sefer sululuk yapma. Biraz inandırıcı, samimi ol. Büyük bir film yap ama Titanik’i taklit etme. Hüzünlü bir senfoni çıkar. Dünyanın sonunu çekiyorsun be adam!” dememiş. Emmerich de halefi Michael Bay gibi bütün klişeleri içinde barındıran teknik olarak kusursuz ama içerik anlamında gayet boş bir felaket filmine imza atmış. Filmin son yazılarının beşinci sınıf rock şarkılarıyla bitmesinden bile dünyanın sonunu ne kadar ciddiye aldığı belli oluyor!
- Bak burada yazıyor zaten, niye bana inanmıyorsun? Yapacak bir şey yok, gel biz keyfimize bakalım işte...
Film, babaerkil aile düzenini yeniden kurmakla görevli, değeri anlaşılmamış yazar ama gerekirse zenginlere limuzin şoförlüğü yapacak kadar fedakar bir baba olan Jackson Curtis’i (Cusack) kahramanlığa zorluyor. Tıpkı “Dünyalar Savaşı”ndaki Tom Cruise gibi kendisini pek iplemeyen erkek çocuğuna (çocuğun adı Nuh anlamına gelen Noah bu arada!) kendisini ispat etmek zorunda kalan ve tam da Atlantis’i konu alan, az satmış (500 tane!) bir kitabın yazarıdır kendisi. Diğer ‘cici baba’yı gerektiği yere kadar kullanıp sonra bir şekilde ekarte edecektir ama bu bizi hiç rahatsız etmeyecek bir şekilde gerçekleşecektir mesela. Onun dağılmış ailesini hayatta tutup bir araya getirme çabasını heyecanla izlerken de düşünmemize fırsat tanımamak için bir sürü aksiyon sahnesini birbiri ardına dizecektir Emmerich...
Ancak insan işte, gene de düşünüyor... Dünyanın sonu gelirken insanlar hâlâ birbirlerine şaka yapabiliyorlar... Los Angeles karton gibi yırtılırken iki rakip baba birbirlerine komik ifadelerle göndermeler yapabiliyorlar! Dünya yıkılıyor ama jeolog kahramanımız, Obama türevi yumuşak başlı başkan Danny Glover’ın kısık sesli mütevazı kızıyla flört edebiliyor! Milyonlarca kişinin öldüğü sahnelerde kahramanlar, 90’lardaki aksiyon filmlerindeki gibi bayat espriler yapabiliyorlar... Ve tabi ki de 1970’lerden beri kullanılan türün vazgeçilmez klişelerinden biri olan, son anda kurtulan bir köpek de illa ki olacaktır!
Çin malı da olsa o gemiye yetişmek zorundayız!
(Çin'e selam olsun, sizi seviyoruz mesajı...)
Emmerich’in filminin sunduğu en büyük erdem, dünyanın sonunun geldiğini yıllarca saklayan ABD Başkanının son gün insafa gelip insanlığa gerçeği açıklayacak kadar asil bir davranışta bulunması! Yani diyor ki: Böyle bir şey olursa saklamayalım, olur mu?
Filmin sözkonusu büyük kıyamete karşı öngördüğü kurtuluş da komik. Çin malı Nuh’un gemilerinin kurtuluşu, Afrika’ya yani zengin ülkelerin dünyanın çöplüğü olarak kullandığı ‘Arka Bahçe’ye bağlı... Nasılsa çeşitli ilaç denemeleri için oradaki çirkin nüfus  epey bir azaltılmıştı! Şimdi gemilerde kendilerine yer bulan zenginler, iyi kalpli mühendisler, dünyanın çeşitli liderleri gene muhteşem yozlukta bir dünya kurarlar artık. Herhalde ilk işleri de, orada hâlâ hayatta kalmayı başaran yerlileri de bir güzel temizlemek olur!
Oysa dünyanın son üç gününü anlatan ne güzel bir film vardır: İspanyol yapımı “Tres dias”, hiç de böyle gösteriş budalası olmadan kıyamete çeyrek kala İspanya’nın küçük bir köyünden bakar olaya. Onda da yönetmen, kahramanlığı serseri bir gencin zayıf omuzlarına bırakır ama kaçınılmaz son yaklaşırken kahraman olmayı, ‘insan olmak’la o kadar güzel bağdaştırır ki... İki filmi de seyredince Emmerich’in olaylara bakışının ne kadar sağlıksız ve samimiyetsiz olduğuna daha net şahit olabilirsiniz...           

4 yorum:

  1. Bu lanetli tarih ne yazık ki filme başarı getirdi ve sırf merakımdan bende sinemaya gidip izledim bu filmi. Oldukça sıradandı ve sonu da yine tabii ki şaşırtmadı. Filmi izledikten sonra panik olan insanların davranışları filmin başarısı olarak adlandırılmıştı o dönem ama hayır, büyü tarihteydi ve film tam anlamıyla vasattı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. halbuki fragman ümit vericiydi... Ama Hollywood işte... Dünyanın sonu gibi dramatik bir konuyu bile sırf teen age'ler sevsin diye madaralaştırabiliyor...
      Sonrasında da ne kadar çok dünyanın sonu filmi çekildi bu arada... Sanırım "2012" de en kötüsü olarak anılmayı çoktan haketti...

      Sil
  2. Karşılaştırdığınız iki film arasındaki fark hakikaten dikkat çekici. "Tres Dias" ne kadar gerçek görünüyorsa, "2012" o denli plastik duruyor. Kaleminize sağlık...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim... "Tres Dias"ı uzun zamandır bir daha izlemek konusunda bir arzum var doğrusu... Ama ikinci izleyişimde ilkinde aldığım lezzeti alamamaktan korkuyorum galiba :)

      Sil