Eleştirmenin Not Defteri

27 Aralık 2012 Perşembe

Film eleştirisi: ANNA KARENINA



Joe Wright’ın adeta “hikayeyi biliyorsunuz işte” diyerek daha çok biçimsel numaralarla tıkış tıkış doldurduğu “Anna Karenina”sını bazı izleyicilerin fazla gösterişçi bulması kaçınılmaz. Wright bu çok abartılı bulduğum biçimsel sinemayı zaman zaman hikayenin önüne geçirmekle kalmayıp bir üslup bombardımanı ya da galerisi haline getiriyor filmini. Özellikle filmin ilk yarısında, sahne içinde sürekli dekor değiştirip, dikkat dağıtıcı efektlerle öyküyü “zorlayıp”, seyirciyi yabancılaştıracak bir sürü numarayı ve efekti boca etmesi ‘beyhude’ bir yorgunluk yaşatıyor izleyicide. 
Kimi zaman bir Terry Gilliam oluyor Joe Wright (kağıtları ritmik bir şekilde damgalayan memurların ne işi vardı bu filmde?), kimi zaman “Moulin Rouge”daki Baz Luhrmann... Bazen “Dogville”in Lars Von Trier’i olup mekanlarını tiyatro sahnesi ya da daha kısıtlı bir alana kuruyor/hapsediyor, bazense David Lean’in “Doctor Zhivago”su gibi dışarı çıkıp geniş çerçevelerle büyük kırları, ovaları seriyor önümüze. Bazen sahne geçişlerini Spike Jonze’nin “Sil Baştan”daki (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) gibi parlak fikirlerle gerçekleştiriyor, bazen de Peter Greenaway’in sahne geçişlerine öykünüyor, hatta video kliplerde sık sık gördüğümüz gibi ana karakterlerini donmuş kalabalıklar içinde hareket ettiriyor... Yani iç içe geçmiş bir dizi üslup, bindirme üstüne bindirme yapıyor film boyunca. 
Arada bazı oyuncular İngiliz aksanlarını saklamadan konuşurlarken (Keira Knightly ve Kelly Macdonald), bazı oyuncular da daha düz bir İngilizceyle hatta Amerikan İngilizcesiyle konuşuyorlar... Ama bütün karakterler de Rus bu arada. Her şey Tolstoy’un Rusya’sında geçiyor olmasına rağmen, izlediğimiz hiçbir mekanı Rusya’da geçiyormuş gibi hissedemiyoruz... Joe Wright iyi çekilmiş vals sahnesinde bile yüzlerce senelik bir tarihi olan dansa garip figürler ekleyerek sanki parodi yapıyor. (Aslında bu sahne bir ZAZ filmi olan “Çok Gizli”deki, böyle kostüme filmlerdeki dans sahnelerinin parodisinin yapıldığı sahneyi hatırlattı bana...) 
imdb.com'da filmle ilgili yayınlanan bir klipte rastgele bir an "Print Screen" tuşuna basarak bu görüntüyü yakaladım... en ufak bir müdahelem olmadı... Keira Knightly hep böyle abartılı mimiklerle oynuyor işte...

Bütün bu yabancılaştırıcı biçimsel numaraları verirken bir yandan da filmin duygusunu sürdürebilmekse eğer denenen şey, belli sahnelerde bunu başarıyor da film. Ama buna en çok ışığın, kameranın ve müziğin büyük destek verdiği bazı ‘sinemasal an’larda ulaşıyor. (sık sık kameraya doğru tutulan ışık kaynağı, yani ‘ters ışık’ da mesela J.J. Abrams’ın çok kullandığı bir teknik...)   

Keşke bu üsluplardan birinde karar kılsaydı Joe Wright... Tamam, yine değişik bir “Anna Karenina” olsaydı; mesela “Moulin Rouge” gibi deli dolu bir duygusallık ve müzikal bir tavırla anlatabilirdi, ya da Trier’in yaptığı gibi tek bir “kısıtlı mekan” üzerinden de gidebilirdi... Ama bütün bunların bir çorbasını yapmayı “Kefaret” (Atonement) gibi her açıdan daha “bütünlüklü” bir filme imza atmış Joe Wright’a pek yakıştıramadım doğrusu... Açıkçası buradakine benzer bir duyguyu “Hanna”da da yaşamıştım. 
Son olarak; Keira Knightly’nin olanca antipatik haliyle Anna Karenina’nın o müthiş ‘aşık kadın’ imgesine uymadığını düşündüğüm filmde, “Kick-Ass”de çok beğendiğim Aaron Taylor-Johnson’ın canlandırdığı, Gene Wilder’ın gençliğiyle “Alacakaranlık” filmlerindeki Cullen ailesinin kıvırcık saçlı vampir çocuğu karışımı Vronsky’i de film boyunca yadırgadım doğrusu... 2 / 5


Filmin Vronsky'sinin böyle bir karışımla elde edildiğini düşündüm film sırasında... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder