Madem takvimin sonuna geliyoruz, biraz tam da bugünlere selam çakan bir filmi hatırlayalım... "2012" felaket filmlerinin anası olmak için yola çıkmış hesapta ama felaket filmlerinin en komiği oldu istemeden. Zaten dünyanın sonuyla ilgili
yüksek bütçeli bir film yapılacaksa Roland Emmerich’e gitmek Hollywood’un
kaderi de olmamalıydı! İşte karşınızda felaket filmlerinin en kötülerinden biri...
Felaket filmleri,
olağanüstü bir kriz ortamında ortaya çıkan erkek liderin, ritüelleştirilmiş
kahramanlıklarıyla, dağılma eğilimi gösteren babaerkil aile kurumunu baştan kurup,
çıkış noktasını göstermesi ve bunu meşrulaştırmak için yapılırlar. Ayrıca insanlar
başlarına gelebilecek olası felaketleri en inandırıcı olabilecek şekillerde
görerek güvenlik ihtiyaçlarını pekiştirip nispeten güvenli hayatlarına geri
dönerler. Üstelik kendilerine dikte edilen mesajları da bilmeden almış
olarak...
Felaket filmleri genelde muhafazakar
ve ahlakçı olurlar. Felaketin sonunda kimin ölüp kimin yaşadığı bu açıdan çok anlamlıdır.
Dağılmış ailelerin birleşmesi ve bunun aile reisi olan adamın kahramanlaşması
yoluyla yapılması mutlak bir gerekliliktir. Film hükümete ve ABD çıkarlarına
bir şekilde hizmet etmek durumundadır. “Armageddon”un nükleer silah
teknolojisinin bir gün işimize yarayabileceğini söylemesi, “Kurtuluş Günü”nün
gizli teknolojik deneyleri ve araştırmaları haklı göstermesi gibi; yüzbinlerce
dolara mal olan her felaket filminin ABD hükümetine bir katkı sağlaması
şarttır. Bu filmler her ne kadar ince ya da kaba yazılmış esprilerle ‘Beyaz
Saray’ı eleştiriyor gibi yapsalar da hepsinde Beyaz Saray’ın işine yarayan bir
şeyler vardır.
Evet, evet dünyanın sonundan koşarak kaçabilmek mümkün! |
Roland Emmerich’in
yaptığı her felaket filmi ise 1970’lere ait, daha ortalarındayken kimin ölüp
kimin kurtulacağını çözebildiğimiz basit ama samimi görünümlü türdeşlerinden
çok daha sorunlu. Çünkü Emmerich bu tür filmlere başlarken sanki olaylara
sadece şöyle basit heyecanlarla yaklaşıyor: “Uzaylılar gelsinler Empire State’i
bir anda tuzla buz etsinler! Beyaz Saray’ı patlatsınlar”, “New York’u öyle bir
donduralım ki kurtlar filan insin şehre! Beyaz Saray da donsun!” ya da “Öyle
bir dünyanın sonu filmi çekelim ki kıtalar yarılsın. Beyaz Saray’ın tepesine de
John F. Kennedy uçak gemisini çakalım!”
Evet, “2012” Kennedy’nin Beyaz
Saray’dan aldığı intikamını bu kadar çocukça ifade eden bir film. 2009’da bir
jeoloğun tehlikeyi anladığı ama diğer felaket filmlerinin aksine bu sefer
hükümetleri çok kolay inandırabildiği filmde iki sene içinde her türlü
teknolojiyle donatılmış dev limanlarda dev gemilerin Everest’in hemen kıyısında
gizlice ve Çin’de kaynak yapabilen herkesin sayesinde (!) inşa edilmelerine
inanmamızı isteyen bir film. Hiç kimse Roland Emmerich’e “Bu sefer sululuk
yapma. Biraz inandırıcı, samimi ol. Büyük bir film yap ama Titanik’i taklit
etme. Hüzünlü bir senfoni çıkar. Dünyanın sonunu çekiyorsun be adam!” dememiş. Emmerich
de halefi Michael Bay gibi bütün klişeleri içinde barındıran teknik olarak
kusursuz ama içerik anlamında gayet boş bir felaket filmine imza atmış. Filmin
son yazılarının beşinci sınıf rock şarkılarıyla bitmesinden bile dünyanın
sonunu ne kadar ciddiye aldığı belli oluyor!
- Bak burada yazıyor zaten, niye bana inanmıyorsun? Yapacak bir şey yok, gel biz keyfimize bakalım işte... |
Film, babaerkil aile
düzenini yeniden kurmakla görevli, değeri anlaşılmamış yazar ama gerekirse
zenginlere limuzin şoförlüğü yapacak kadar fedakar bir baba olan Jackson
Curtis’i (Cusack) kahramanlığa zorluyor. Tıpkı “Dünyalar Savaşı”ndaki Tom
Cruise gibi kendisini pek iplemeyen erkek çocuğuna (çocuğun adı Nuh anlamına
gelen Noah bu arada!) kendisini ispat etmek zorunda kalan ve tam da Atlantis’i
konu alan, az satmış (500 tane!) bir kitabın yazarıdır kendisi. Diğer ‘cici
baba’yı gerektiği yere kadar kullanıp sonra bir şekilde ekarte edecektir ama bu
bizi hiç rahatsız etmeyecek bir şekilde gerçekleşecektir mesela. Onun dağılmış
ailesini hayatta tutup bir araya getirme çabasını heyecanla izlerken de düşünmemize
fırsat tanımamak için bir sürü aksiyon sahnesini birbiri ardına dizecektir
Emmerich...
Ancak insan işte, gene de
düşünüyor... Dünyanın sonu gelirken insanlar hâlâ birbirlerine şaka
yapabiliyorlar... Los Angeles karton gibi yırtılırken iki rakip baba
birbirlerine komik ifadelerle göndermeler yapabiliyorlar! Dünya yıkılıyor ama
jeolog kahramanımız, Obama türevi yumuşak başlı başkan Danny Glover’ın kısık
sesli mütevazı kızıyla flört edebiliyor! Milyonlarca kişinin öldüğü sahnelerde
kahramanlar, 90’lardaki aksiyon filmlerindeki gibi bayat espriler yapabiliyorlar...
Ve tabi ki de 1970’lerden beri kullanılan türün vazgeçilmez klişelerinden biri
olan, son anda kurtulan bir köpek de illa ki olacaktır!
Çin malı da olsa o gemiye yetişmek zorundayız! (Çin'e selam olsun, sizi seviyoruz mesajı...) |
Emmerich’in filminin
sunduğu en büyük erdem, dünyanın sonunun geldiğini yıllarca saklayan ABD
Başkanının son gün insafa gelip insanlığa gerçeği açıklayacak kadar asil bir
davranışta bulunması! Yani diyor ki: Böyle bir şey olursa saklamayalım, olur
mu?
Filmin sözkonusu büyük
kıyamete karşı öngördüğü kurtuluş da komik. Çin malı Nuh’un gemilerinin
kurtuluşu, Afrika’ya yani zengin ülkelerin dünyanın çöplüğü olarak kullandığı ‘Arka
Bahçe’ye bağlı... Nasılsa çeşitli ilaç denemeleri için oradaki çirkin nüfus epey bir azaltılmıştı! Şimdi gemilerde
kendilerine yer bulan zenginler, iyi kalpli mühendisler, dünyanın çeşitli
liderleri gene muhteşem yozlukta bir dünya kurarlar artık. Herhalde ilk işleri
de, orada hâlâ hayatta kalmayı başaran yerlileri de bir güzel temizlemek olur!
Oysa dünyanın son üç
gününü anlatan ne güzel bir film vardır: İspanyol yapımı “Tres dias”, hiç de
böyle gösteriş budalası olmadan kıyamete çeyrek kala İspanya’nın küçük bir
köyünden bakar olaya. Onda da yönetmen, kahramanlığı serseri bir gencin zayıf
omuzlarına bırakır ama kaçınılmaz son yaklaşırken kahraman olmayı, ‘insan
olmak’la o kadar güzel bağdaştırır ki... İki filmi de seyredince Emmerich’in
olaylara bakışının ne kadar sağlıksız ve samimiyetsiz olduğuna daha net şahit olabilirsiniz...
Bu lanetli tarih ne yazık ki filme başarı getirdi ve sırf merakımdan bende sinemaya gidip izledim bu filmi. Oldukça sıradandı ve sonu da yine tabii ki şaşırtmadı. Filmi izledikten sonra panik olan insanların davranışları filmin başarısı olarak adlandırılmıştı o dönem ama hayır, büyü tarihteydi ve film tam anlamıyla vasattı :)
YanıtlaSilhalbuki fragman ümit vericiydi... Ama Hollywood işte... Dünyanın sonu gibi dramatik bir konuyu bile sırf teen age'ler sevsin diye madaralaştırabiliyor...
SilSonrasında da ne kadar çok dünyanın sonu filmi çekildi bu arada... Sanırım "2012" de en kötüsü olarak anılmayı çoktan haketti...
Karşılaştırdığınız iki film arasındaki fark hakikaten dikkat çekici. "Tres Dias" ne kadar gerçek görünüyorsa, "2012" o denli plastik duruyor. Kaleminize sağlık...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim... "Tres Dias"ı uzun zamandır bir daha izlemek konusunda bir arzum var doğrusu... Ama ikinci izleyişimde ilkinde aldığım lezzeti alamamaktan korkuyorum galiba :)
Sil