Eleştirmenin Not Defteri

18 Mayıs 2012 Cuma

ELEŞTİRMENİN NOT DEFTERİ - 15

SAĞ SALİM
İngiliz yönetmen Guy Ritchie’nin iki filmi “Kapışma” (Snatch.) ve “Ateşten Kalbe, Akıldan Dumana” (Lock, Stock and Two Smoking Barrels) tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de genç yönetmenlerce çok sevilip, taklit edilmek istenen taze üsluplara sahip filmlerdi. Yıllar sonra Guy Ritchie’nin kendisi bile neredeyse onları yeniden taklit etmeye ihtiyaç duyuyor olmalı bugünlerde... Sherlock Holmes’e ve Robert Downey Jr.’a bol bol şükretmeli...
“Sağ Salim” aynı hızlı kurguyu, tabularla oynaması, karakterlerin ağızlarının ve ellerindeki silahların pek ayarlarının olmaması gibi bazı Guy Ritchie sonrası numaraları yerel karakterlerimize uygulayan filmlerden biri...
Sonuçta küçük suçluların ters giden işleri “Sağ Salim”in hikayesinin omurgasını oluşturuyor. Ölülerden çok korkan, kendi halinde bir köylü olan Salim’in çok sevdiği külüstür kamyonetiyle bir cenazeyi Sivas’a taşıması gerekirken yolda bulaştığı eli silahlı çeşitli adamlar, sebep olduğu ya da yolunun kesiştiği ölüler ve güzel bir kızla yaşadıkları belli bir mantıkla karışmış ama dinamik bir senaryoyla işleniyor.
Filmin hızlı kurgusu, zaman zaman tabulara karşı takındığı tavır ve genelde iyi yazılmış diyalogları güzel. Ama en büyük sorunu bu kadar yetişkin, şiddet dolu bir hikayede baş kahraman Salim’i oynayan oyuncu Burçin Bildik’in yanlış yönetilmesi... Son derece manasız 118 reklamlarıyla, durup dururken şöhret olan Bildik, Erkan Can’ı andıran bir fizikte ve bir çocuk filmindeki komik karakter tonundaki oyunculuk performansıyla filmin “koyu” kara mizahını gölgeliyor... Ayrıca sonlara doğru da biraz sarkıyor hikaye...
Beyazperdede ilk kez izlediğimiz Fulya Zenginer akılda kalıcı bir performans verirken görsel efekt tasarımlarının hiç de fena olmadığını da belirtmek isterim. Özellikle de Salim’in cep telefonuyla konuşurken bir kurşunun kulak memesini biçip telefona isabet ettiği sahne, gerçekten müthişti...! 2,5/ 5

ÖZ HAKİKİ KARAKOL
Bazen parlak bir fikir kötü bir senaryoyla ne hale getiriliyor... “Öz Hakiki Karakol” bunun yepyeni bir örneği... Gerçek bir haberden yola çıkılmış oysa. Bir soygun yapmak için polis kılığına girip de sahte bir karakol kuran şaşkın soyguncular haberinden yola çıkılmış. Soyguncular bir süre sonra karakolu kurdukları beldedeki sorunlara el atmak zorunda kalıyorlar... İçerdiği parlak fikire rağmen senaryosu öyle kuru ve öyle zevksiz yazılmış ki filmin... Çeşitli prodüksiyon olanaksızlıkları, berbat müzikler, bazı kötü oyunculuklar ve komik olamayan ‘şaka’ların hepsi bir araya gelmiş... Bütçenin azlığı ve imkansızlıkları anlamak mümkün tabi ama "Öz Hakiki Karakol"un sorunu daha kağıt üzerindeyken başlamış...!
Sözümona soyulacak olan kumarhane etrafında dönen entrikaların hiçbiri inandırcı değil. Sahte karakolun karşılaştığı suçlar sönük ve yetersiz. Sözümona “yakışıklı” lakaplı oyuncu göründüğü her sahneyi varlığıyla sabote ediyor adeta. Cengiz Bozkurt gibi yüksek performans çıkarabilen bir oyuncunun bile çaresiz kaldığı incelik dışı bir komedi anlayışı bütün filme hakim...
“Öz Hakiki Karakol” ne yazık ki sinemayı sinema yapan her safhasında sorunlu bir film... 1/5

DİKKAT BEBEK VAR (What to Expect When You’re Expecting)
Bir sürü ünlü oyuncuyla kesişen pembe hikayeler yaratmak... Hollywood bu türden örnekleri artık giderek daha sıklaştırmaya başladı. Bu sefer de dünyanın her yerinde bütün hamile kadınların kutsal kitabı sayılan Heidi Murkoff’un “Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler”den yola çıkılan bir senaryoya bir sürü ünlü kadın oyuncu dahil edilmiş. Farklı kariyer ve kişilikteki kadınlar aynı zamanlarda hamile kalırlar ve herbiri hamileliğin farklı boyutlarını tecrübe ederler. Ha bu arada bir tane düşük yapan, bir tane evlatlık edinen anne de var hikayede... Dolayısıyla annelik duygusunun sadece doğurmakla oluşmadığının da altı çizilmekte...
Jules (Cameron Diaz) bizim Ebru Şallı gibi bir TV yıldızı ve hayli de sportiftir. Beraber yaşadığı, bebeğinin babasına karşı da biraz baskın bir karakterdedir. Bebekle ilgili her konuda tek söz sahibi kendisiymiş gibi davranır...
Wendy (Elizabeth Banks) çok zor hamile kalabilen bir kadındır. Hamileliğin getirdiği bütün ekstra zorlukları da yaşar aksi gibi. Hamileliğin bütün kötü yan etkilerini en yüksek dozda yaşar. Kocasının genç üvey annesi Skyler ise (Brooklyn Decker) Wendy’nin aksine inanılmaz rahat bir hamilelik geçirmektedir...
Rosie’nin (Anna Kendrick) plansız hamilelik sevinci kursağında kalır. Holly (Jennifer Lopez) bebeği doğuramasa da sevgisini evlatlık alacağı bir küçük Afrikalı bebeğe vermek ister. Niye Afrikalı olmak zorunda diye sormayın... Amerika’da yeni moda Afrika’dan çocuk edinmek...!
O berbat yeni yıl filminden sonra karşımıza her şeye rağmen daha iyi yazılmış bir senaryo çıkıyor bu sefer. Güzel yazılmış espriler, yerinde kullanılmış oyuncular var. Ama bu tür filmlerin de artık kabak tadı verdiğini söylemek mümkün. 2,5/5

DİKTATÖR (The Dictator)
Cohen bu sefer ilk kez eski şovlarında yaratmadığı bir tipin filmiyle karşımızda. Yüksek bir prodüksiyon bütçesi, sıkı sıkıya bağlı kaldığı bir hikaye omurgasıyla bu kez de bir Arap diktatörü olan Aladeen’in politik/erotik komedisini izliyoruz... Aslında film 1980’lerde hayli iyi örneklerini izlediğimiz John Landis gibi yönetmenlerin çektiği Dan Aykroyd, John Belushi gibi oyuncuların oynadığı ve ‘yer değiştiren karakterler’ gibi hikayeleri olan komedilerin omurgasını bir anlamda “yeniliyor”. Bunu yaparken her türlü sınırı, delmeden en azından zorlamayı deniyor yine... Mesela 11 Eylül terör saldırısı konusunda espri yapabiliyor... ! Arap dünyasına alabildiğine girse de müslümanlık konusunda biraz daha temkinli...
Bu arada Cohen ve ekibi Megan Fox’un temsil ettiği bir kısım Amerikan ‘ünlü’sünü de yine Megan Fox’u bizzat oynatarak yerle bir ediyor bir sahnede... Ayrıca da pahalı bir mücevher için bir Arap diktatörünün yatağına kendi adı ve şahsıyla girermiş gibi yapan Fox’u da bu cesur katılımı için ayrıca tebrik etmeli...
Aladeen’i gerizekalı bir dublörle yer değişip Amerika’da öldürmeye ve ülkesini yabancı sermayaye peşkeş çekmek isteyen General Tamir rolünde Ben Kingsley’i izliyoruz ki bu da bir Sacha Baron Cohen filmi için farklı bir manevra...
Diktatör Aladeen’in kendisine karşı kurulan bu komplodan kurtulma mücadelesi sırasında onu demokrasiyle tanıştıran çevreci/feminist/aktivist kız klişesi ise filmin en çok tavsadığı noktaları oluşturuyor ne yazık ki. Çünkü bu sahneler her ne kadar benzerlerine göre daha edepsiz espriler içerse de fazla ‘formül’ işi ve çok da çalışmıyor açıkçası... Her ne kadar bu sınırlar içinde Aladeen’in ilk kez mastürbasyon yapmayı öğrendiği sahne başka bir seks esprisi klişesi olmasına rağmen komikken; Aladeen’in bir kadına doğum yaptırdığı sahne, nasıl demeli, acayip! Ama Cohen’in romantik partneri Zooey’i canlandıran Anna Faris’ten de kaynaklanan bir yapaylık var hikayenin bu kısımlarında... 3/5

Not: “Diktatör” hakkında daha ayrıntılı bir eleştiri yazısı için Arka Pencere’nin 134. sayısı'na bakabilirsiniz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder