İngiliz yönetmen Guy Ritchie’nin iki filmi “Kapışma”
(Snatch.) ve “Ateşten Kalbe, Akıldan Dumana” (Lock, Stock and Two Smoking
Barrels) tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de genç yönetmenlerce çok sevilip,
taklit edilmek istenen taze üsluplara sahip filmlerdi. Yıllar sonra Guy
Ritchie’nin kendisi bile neredeyse onları yeniden taklit etmeye ihtiyaç duyuyor
olmalı bugünlerde... Sherlock Holmes’e ve Robert Downey Jr.’a bol bol
şükretmeli...
“Sağ Salim” aynı hızlı kurguyu, tabularla oynaması, karakterlerin
ağızlarının ve ellerindeki silahların pek ayarlarının olmaması gibi bazı Guy Ritchie
sonrası numaraları yerel karakterlerimize uygulayan filmlerden biri...
Sonuçta küçük suçluların ters giden işleri “Sağ Salim”in
hikayesinin omurgasını oluşturuyor. Ölülerden çok korkan, kendi halinde bir
köylü olan Salim’in çok sevdiği külüstür kamyonetiyle bir cenazeyi Sivas’a
taşıması gerekirken yolda bulaştığı eli silahlı çeşitli adamlar, sebep olduğu
ya da yolunun kesiştiği ölüler ve güzel bir kızla yaşadıkları belli bir
mantıkla karışmış ama dinamik bir senaryoyla işleniyor.
Filmin hızlı kurgusu, zaman zaman tabulara karşı takındığı
tavır ve genelde iyi yazılmış diyalogları güzel. Ama en büyük sorunu bu kadar
yetişkin, şiddet dolu bir hikayede baş kahraman Salim’i oynayan oyuncu Burçin
Bildik’in yanlış yönetilmesi... Son derece manasız 118 reklamlarıyla, durup
dururken şöhret olan Bildik, Erkan Can’ı andıran bir fizikte ve bir çocuk
filmindeki komik karakter tonundaki oyunculuk performansıyla filmin “koyu” kara
mizahını gölgeliyor... Ayrıca sonlara doğru da biraz sarkıyor hikaye...
Beyazperdede ilk kez izlediğimiz Fulya Zenginer akılda
kalıcı bir performans verirken görsel efekt tasarımlarının hiç de fena
olmadığını da belirtmek isterim. Özellikle de Salim’in cep telefonuyla
konuşurken bir kurşunun kulak memesini biçip telefona isabet ettiği sahne,
gerçekten müthişti...! 2,5/ 5
Bazen parlak bir fikir kötü bir senaryoyla ne hale
getiriliyor... “Öz Hakiki Karakol” bunun yepyeni bir örneği... Gerçek bir
haberden yola çıkılmış oysa. Bir soygun yapmak için polis kılığına girip de
sahte bir karakol kuran şaşkın soyguncular haberinden yola çıkılmış.
Soyguncular bir süre sonra karakolu kurdukları beldedeki sorunlara el atmak
zorunda kalıyorlar... İçerdiği parlak fikire rağmen senaryosu öyle kuru ve öyle
zevksiz yazılmış ki filmin... Çeşitli prodüksiyon olanaksızlıkları, berbat
müzikler, bazı kötü oyunculuklar ve komik olamayan ‘şaka’ların hepsi bir araya
gelmiş... Bütçenin azlığı ve imkansızlıkları anlamak mümkün tabi ama "Öz Hakiki Karakol"un sorunu daha kağıt üzerindeyken başlamış...!
Sözümona soyulacak olan kumarhane etrafında dönen
entrikaların hiçbiri inandırcı değil. Sahte karakolun karşılaştığı suçlar sönük
ve yetersiz. Sözümona “yakışıklı” lakaplı oyuncu göründüğü her sahneyi
varlığıyla sabote ediyor adeta. Cengiz Bozkurt gibi yüksek performans
çıkarabilen bir oyuncunun bile çaresiz kaldığı incelik dışı bir komedi anlayışı
bütün filme hakim...
“Öz Hakiki Karakol” ne yazık ki sinemayı sinema yapan her
safhasında sorunlu bir film... 1/5
Bir sürü ünlü oyuncuyla kesişen pembe hikayeler yaratmak...
Hollywood bu türden örnekleri artık giderek daha sıklaştırmaya başladı. Bu
sefer de dünyanın her yerinde bütün hamile kadınların kutsal kitabı sayılan Heidi
Murkoff’un “Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler”den yola çıkılan bir
senaryoya bir sürü ünlü kadın oyuncu dahil edilmiş. Farklı kariyer ve
kişilikteki kadınlar aynı zamanlarda hamile kalırlar ve herbiri hamileliğin
farklı boyutlarını tecrübe ederler. Ha bu arada bir tane düşük yapan, bir tane
evlatlık edinen anne de var hikayede... Dolayısıyla annelik duygusunun sadece
doğurmakla oluşmadığının da altı çizilmekte...
Jules (Cameron Diaz) bizim Ebru Şallı gibi bir TV yıldızı ve
hayli de sportiftir. Beraber yaşadığı, bebeğinin babasına karşı da biraz baskın
bir karakterdedir. Bebekle ilgili her konuda tek söz sahibi kendisiymiş gibi
davranır...
Wendy (Elizabeth Banks) çok zor hamile kalabilen bir
kadındır. Hamileliğin getirdiği bütün ekstra zorlukları da yaşar aksi gibi.
Hamileliğin bütün kötü yan etkilerini en yüksek dozda yaşar. Kocasının genç
üvey annesi Skyler ise (Brooklyn Decker) Wendy’nin aksine inanılmaz rahat bir
hamilelik geçirmektedir...
Rosie’nin (Anna Kendrick) plansız hamilelik sevinci
kursağında kalır. Holly (Jennifer Lopez) bebeği doğuramasa da sevgisini evlatlık
alacağı bir küçük Afrikalı bebeğe vermek ister. Niye Afrikalı olmak zorunda
diye sormayın... Amerika’da yeni moda Afrika’dan çocuk edinmek...!
O berbat yeni yıl filminden sonra karşımıza her şeye rağmen
daha iyi yazılmış bir senaryo çıkıyor bu sefer. Güzel yazılmış espriler,
yerinde kullanılmış oyuncular var. Ama bu tür filmlerin de artık kabak tadı
verdiğini söylemek mümkün. 2,5/5
Cohen bu sefer ilk kez eski şovlarında yaratmadığı bir tipin
filmiyle karşımızda. Yüksek bir prodüksiyon bütçesi, sıkı sıkıya bağlı kaldığı
bir hikaye omurgasıyla bu kez de bir Arap diktatörü olan Aladeen’in
politik/erotik komedisini izliyoruz... Aslında film 1980’lerde hayli iyi
örneklerini izlediğimiz John Landis gibi yönetmenlerin çektiği Dan Aykroyd,
John Belushi gibi oyuncuların oynadığı ve ‘yer değiştiren karakterler’ gibi
hikayeleri olan komedilerin omurgasını bir anlamda “yeniliyor”. Bunu yaparken
her türlü sınırı, delmeden en azından zorlamayı deniyor yine... Mesela 11 Eylül
terör saldırısı konusunda espri yapabiliyor... ! Arap dünyasına alabildiğine
girse de müslümanlık konusunda biraz daha temkinli...
Bu arada Cohen ve ekibi Megan Fox’un temsil ettiği bir kısım
Amerikan ‘ünlü’sünü de yine Megan Fox’u bizzat oynatarak yerle bir ediyor bir
sahnede... Ayrıca da pahalı bir mücevher için bir Arap diktatörünün yatağına
kendi adı ve şahsıyla girermiş gibi yapan Fox’u da bu cesur katılımı için
ayrıca tebrik etmeli...
Aladeen’i gerizekalı bir dublörle yer değişip Amerika’da
öldürmeye ve ülkesini yabancı sermayaye peşkeş çekmek isteyen General Tamir
rolünde Ben Kingsley’i izliyoruz ki bu da bir Sacha Baron Cohen filmi için
farklı bir manevra...
Diktatör Aladeen’in kendisine karşı kurulan bu komplodan
kurtulma mücadelesi sırasında onu demokrasiyle tanıştıran çevreci/feminist/aktivist
kız klişesi ise filmin en çok tavsadığı noktaları oluşturuyor ne yazık ki.
Çünkü bu sahneler her ne kadar benzerlerine göre daha edepsiz espriler içerse
de fazla ‘formül’ işi ve çok da çalışmıyor açıkçası... Her ne kadar bu sınırlar
içinde Aladeen’in ilk kez mastürbasyon yapmayı öğrendiği sahne başka bir seks
esprisi klişesi olmasına rağmen komikken; Aladeen’in bir kadına doğum
yaptırdığı sahne, nasıl demeli, acayip! Ama Cohen’in romantik partneri Zooey’i
canlandıran Anna Faris’ten de kaynaklanan bir yapaylık var hikayenin bu
kısımlarında... 3/5
Not: “Diktatör” hakkında daha ayrıntılı bir eleştiri yazısı
için Arka Pencere’nin 134. sayısı'na bakabilirsiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder