Eleştirmenin Not Defteri

2 Nisan 2012 Pazartesi

Film eleştirisi: TİTANLARIN ÖFKESİ

Olmamış o saçlar sanki!
Mitolojinin özellikle de Yunan mitolojisinin içini bu kadar boşaltabilmek az buz bir şey değil doğrusu... “Titanlar” filmleri iki seferdir bunu layıkıyla başarıyor...  
Mitolojiden işinize gelen karakterleri alıp, diğerlerini atıp öyle derme çatma bir hikaye çatısıyla sunarsanız belki günü kurtaran filmler çıkartmış olursunuz. Ama kitap okumak konusunda zaten ayak direyen nesillere mitolojiyi bu kadar boş ve yanlış göstermenin (hatta öğretmenin) vebali çok büyük... Çünkü herşeyi filmlerden ve bilgisayar oyunlarından gördükleri gibi kabul etmeye meyyal bir nesil var günümüzde...
İki yıl önce Titanların Savaşı'nı (Clash of the Titans) yazarken büyük araştırmacı, felsefeci ve yazar Joseph Campbell’ın 1949 yılında yazdığı olağanüstü kitabı “The Hero with a Thousand Faces”tan bahsetmiştim. Campbell’ın bu eserinde şemasını dahi çizdiği, mitolojinin öyküleme (narration) modellerini Hollywood binlerce kez kullandı. Mitolojik hikayelerin altta saklı olduğu başkatürden  hikayeler yaratıldı hep. Biz aslında ne aksiyonlar, ne epik filmler ve ne mafya hikayeleri izledik kaynağını mitolojiden alan...  (Campbell'ın kitabı üzerinden Gladyatör filmiyle ilgili bir çözümleme için Bir Film Sevdim: Gladyatör)
1981 yılında İngiliz televizyon yönetmeni Desmond Davis doğrudan Zeus’un insandan olma oğlu Perseus’un hikayesini anlattığı, biraz da “Star Wars” rüzgarından nasiplenip alternatif bir gişe yolu açılmak üzere inşa edilmiş olan “Clash of the Titans” (bizde “Son Emir – Cennetin Kapısı” adıyla oynamış) adlı filmi çekmişti. Filmde Perseus’un hikayesine aşağı yukarı sadık kalınmış ama kimi farklı kaynaklardan da katkılar yapılmıştı. Mesela sırf çocuk izleyiciler için, tıpkı “Star Wars”daki R2-D2 işlevindeki bir ‘yancı’ karakter olarak hikayeye sokulan robot baykuş Bubo, Harry Potter’ın baykuşu gibi Perseus’u takip ediyordu film boyunca... İskandinav mitolojisinden ödünç alınan Kraken adlı canavar ise finalde kahramanımızın karşısına çıkıyordu. Ünlü efekt ustası Ray Harryhausen’in kariyerinin iyi işlerinden diyebileceğimiz efektlerine, Zeus’u oynayan Laurence Olivier’e, Aphrodite olarak kısa bir rolde görsek bile Ursula Andress’e rağmen umulduğu kadar büyük ilgi görememişti.  
30 yıl sonra çekilen ‘yeniden çevrim’in orijinaliyle aynı kaderi paylaşması ise pek de beklenmiyordu doğrusu... Bir video oyunu kadar sentetik olan filmde Io rolündeki Gemma Arterton’un güzel bacakları, Liam Neeson, Ralph Fiennes gibi aktörlerin ‘Shakespeare’yen oyunları ve çakma bir 3D teknolojisinin desteklediği kafa yorucu dövüş sahneleri vardı... Ama bunlara rağmen Kısacık saçlarıyla Amerikan askeri gibi çöllerde koşturan (!) Perseus’un hikayesi başarılı bir playstation oyunu olan “God of War”ın hikayesinden daha güzel değildi açıkçası.
İki yıl sonra karşımıza çıkan bu devam filminde (aslında mitolojide Zeus’un sevgilisi olan) Io ile evlenen Perseus karısı ölünce (nedenini bilmiyoruz!) oğlunu tek başına büyütmek zorunda kalan bir ‘kahraman eskisi’ olarak çıkıyor karşımıza. Büyüyünce güneş tanrısı olacak olan Helius adlı bu oğulun gerçek mitolojide çok farklı bir anne-babası var bu arada. Balıkçılıkla geçinen baba oğula bir gün dede Zeus ziyarete geliyor ve oğlu Perseus’u maceraya çağırıyor, ondan yardım istiyor... Ama bu sahne tıpkı Rambo filmindeki gibi kahramanımızın gönülsüz bir tonda görevi reddedişiyle sonlanıyor. Ancak daha sonra Zeus’un hem diğer oğlu ateş tanrısı Ares’in hem de kardeşi Hades’in yüzünden düştüğü zor durum Perseus’u maceraya katılmaya ikna ediyor. Perseus babasını onun da babasından yani dedesi Kronos’tan kurtarmak için yeraltı ülkesi Tartarus’a doğru yola çıkıyor.

Liam Neeson ve Ralph Fiennes... Zeus ve Hades rollerinde önce düşman  kardeşler oluyorlar sonra da "iki çılgın polis"!
 Bir sürü mitolojik isim ve terimin geçtiği filmde her şey çorba edilmiş. Tabi ki de aslına ya da en çok kabul gören hallerine uymak zorunda değiller bu hikayelerin. Ancak yine de bu kadar eğreti ve kafalarına göre bozulması bu hikayelerin anlamlarını bozuyor, hatta içlerini boşaltıp, onları anlamsızlaştırıyor. Sanki yeni uydurulmuş eğreti hikayeler gibi algılanıyorlar.
Çünkü böyle yaparken mecburen genç kuşağın hoşuna gidecek kimi Hollywood numaraları çekiliyor. Mesela Zeus ve Hades’in babaları Kronos’un savaşçılarına karşı direnişe geçtikleri sahneden hemen önce Zeus’un kardeşine dönüp: “Haydi biraz eğlenelim” demesi gibi bir sürü Hollywood cümlesi sarfediyor karakterler. Perseus’un ilk filmde kurtardığı ve aslında mitolojide gerçek sevgilisi olan Andromeda’nın (bu sefer Alexa Davalos yerine Rosamund Pike oynuyor) civarındaki bir hırsız olarak tanıdığımız, Poseidon’un oğlu Agenor’un New Jersey’nin bıçkın delikanlıları gibi konuşup hareket etmesi, gözden düşmüş bir tanrı olan Hephaestus’un (Bill Nighy) nedense aksanlı, İngiliz ingilizcesi konuşuyor olması (sık sık ‘bloddy’li konuşan bir mitolojik bir karakter!) gibi yabancılaştırıcı manevralar, izlediğimiz filmi ciddiye almamıza engel oluyorlar haliyle...

İlk filmde Andromeda'ya hiç pas vermeyen Io'ya "yazılan" Perseus, Io'yu kaybedince sarışınlaşan (!) Andromeda'ya kıvırıyor dümeni... Mitolojiyi de "Yalan Rüzgarı"na çevirdiler! 
Bunun dışında ilk filmden farklı olarak Freudyen bir ‘baba-oğul ilişkileri’ yumağı kurularak bütün bu olan biteni anlamlı kılmaya çalışan bir çaba da yok değil. İhanet eden oğullar, oğullarını lanetleyen babalar ve bütün bunların ortasında kafası karışık, büyümenin eşiğindeki masum bir erkek çocuk (Helius)... İstemese de babasıyla aynı kaderi yaşayıp eline kılıcı almak zorunda olan bir ‘erkek’ olacaktır ve bir gün mutlaka ihaneti hem tadacak hem de uygulayacaktır belki de... Ama bütün bu çaba, yüksek sesli ve bol efektli canavarlı kavga sahnelerinin arasında pek de sağlam durmayan sahnelerde var olmaya çalışıyor...
İlk filmde de karşımıza çıkan değişik mitolojik canavarlar bu filmde de bolca var. Ama mesela ilk filmin en başarılı sahnesine imza atan Medusa gibi bir düşman yok bu sefer...
Sonuçta Hollywood’dan giderek daha fazla kusurlu aksiyon-fantastik filmler gelmeye başladı. Bu iki “Titan” filminin, “Pers Prensi”, “John Carter” ve “Conan” gibi aynı kulvardan gişe arayan filmlerle birlikte ilerde çok büyük bütçeler harcanmış B-filmler olarak anılacak olmaları kaçınılmaz gibi gözüküyor...

2 yorum:

  1. Özel başer akşam lisesi olarak sizlerin paylaşımlarını devamlı takip etmek ve paylaşımlarınızın devamını dilemekteyiz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim... Bütün lise mi takip ediyor? :) harikasınız...!

      Sil