Eleştirmenin Not Defteri

18 Nisan 2012 Çarşamba

Film eleştirisi: AŞK YEMİNİ (The Vow)


“Beni Unutma”nın senaryosunu yazarken aklımda görünürde bir “Love Story” hikayesi yaratıp, altında insanları kendi ilişkilerini düşünmeye yönelten ‘hafıza’ içerikli bir hikaye anlatmak vardı. Bir insanın başka bir insanla bir süre beraber olup sonra bir sebeple ondan ayrılması, bir süre sonra da başka biriyle yine benzer kimlikli başka bir ilişki kurması, aslında bir an düşününce çok enteresan gelir bana... Bir zamanlar en özel şeyleri paylaştığınız bir insan ne kadar eski olabilir ki? Bu kişi uygun bir koşul oluştuğunda sürpriz bir şekilde hayatının çok önemli bir parçası olmaya devam edebilir yine kaldığı yerden...
“Beni Unutma”da bir beyin hastalığı yüzünden oluşan bir dizi bozukluğun son safhasında artık hafızasını yitiren kız onu çok seven kocasını unutup eski sevdiğine dönüyordu. İki erkek arasında da düşmanca ol(a)mayan bir kader birliği yaşanıyordu. Günümüz insanlarında artık kendisini giderek kaybettiren ‘vefa’, ‘fedakarlık’, ‘beklentisiz aşk’ gibi insana dair duyguları arayan bir film yazmaya çalışmıştım...
“Aşk Yemini”ni izlerken bütün bunlar bir daha beynime üşüştü. Evet, bu filmde de geçirdiği bir araba kazası sonucunda çok sevdiği kocasını unutan genç bir kadın var. Ama senaryo o kadar çalakalem ve film o kadar ‘proje’ ki... Benim böye bir hikayede amaçladığım hiçbir ‘mesele’ye kafa yormamışlar. Sevgililer gününde ürün satmaya çalışan bir reklam filmindeki kadar da duygu var ancak...
Küçük bir müzik stüdyosu sahibi Leo ve hukuk okurken bir anda hem ailesini hem de okulunu bırakıp sanatçı olmaya karar veren Paige’in tanışma hikayesi bile ilginç değil. Oğlan kızı görüyor ve yanına gidip ‘kahve içelim mi?’ diyor! Sonra da kahve içiyorlar...
Trafik kazası Paige’in ailesinin hikayeye girmesine yol açıyor. Paige’in kocasını hatırlamaması senariste yetmemiş anlaşılan... Çünkü Paige’in ailesi klişeler klişesi... 
Channing Tatum ne kadar olmuyorsa, Rachel McAdams o kadar oluyor!
Otoriter ve kızının hukukçu olmasını isteyen ağır bir hakim (Sam Neill) ve ona karşı pek de sesini çıkaramayan bir anne (çok yanlış bir seçimle Jessica Lange)... Kız hazır istenmeyen yılları resetlemişken (!) onu kocasından koparıp kaldıkları yerden devam etmek istiyorlar...
Ama Leo hemen pes etmiyor. Karısını alıp evine geri getiriyor ve kendini hatırlatmak için elinden geleni yapıyor! Kız çok büyük bir kazanın ardından yoğun bakımdan çıkmış kafa travması yaşıyor, ama kocası evde ona 50 kişilik sürpriz parti hazırlamış! Ne bekliyor ki? Tanıdığı herkesi görünce bir anda açılacak mı beyni kızın? Leo daha neler yapmıyor ki... Çok yüksek sesle müzik dinlemeyi severmiş karısı diye açıyor müziği sonuna kadar... Kızın kafası patlayacak nerdeyse... Paige gıdıklanmaktan tahrik oluyormuş mesela... Çocuk gıdıklayınca kız sıçrıyor tabi ‘noluyoruz!’ diye... Leo sürekli çıplak uyuyor, her fırsatta tişörtünü de çıkarıyor, baklavalarını filan da gösteriyor ama yok işte, kız hatırlamıyor!
Sonra eski nişanlı çıkıyor ortaya... Kızın ilgisi onun aklını karıştırıyor. Şimdiki sevgilisini bir çırpıda terkediveriyor. Bir de aptal bir adam ki, esas kocaya ‘karın kucağıma gelecek nasılsa’ gibi bir laf ediyor ki sağlam bir yumruk yeyip aklı başına gelsin!
Kısacası insan duygularının kötü birer kopyalarından ibaret bir senaryo var önümüzde. Sadece vücudu güzel diye sunulan ‘teşhir ürünü’ Channing Tatum hiçbir sahnede bizi karakterin yaşadığı drama inandıramıyor. Rachel McAdams ise her zamanki sıcaklığıyla durumu idare ediyor en azından. Senaryo ise her ne kadar gerçek olaylardan uyarlandığı başında ve sonunda belirtilse de bize bu hikayenin boş bir ambalajla sunulduğunu çok belli ediyor. 


Not: Bu yazı Arka Pencere'nin 129. sayısında da yayımlanmıştır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder