Eleştirmenin Not Defteri

15 Ocak 2012 Pazar

TÜRK SİNEMASININ “KUŞKULU” YÜKSELİŞİ

Türk sineması 2009’da 70 film vizyona soktuğunda içinde “İşte Yeni Türk Sineması!” benzeri gaza getirici cümlelerle dolu çok yazı yazıldı. Evet, 2006-8 arasında vizyon gören yerli film sayıları yılda 35-50 civarındayken bir milyon seyirciyi bulan film sayısının 4-5’i bulması sevinçle karşılanmıştı. Bu yıllarda yabancı film gişelerinde belli bir düşüş ve Türk filmleri hasılatlarında da belirgin bir yükseliş vardı. Sinemacılar geleceğe umutla bakıyordu. Duruma şüpheli bakanlar ise sadece eleştirmenlerdi... Çünkü çekilen bütün filmleri görüyorduk!  
Bir milyon seyirci sınırını aşan filmlerin büyük çoğunluğunun tıpkı Serdar Ortaç’ın pop şarkıları gibi sadece o yıl içinde kalacak filmlerden (“Hababam Sınıfı 3,5”, “Maskeli Beşler: Irak”, “Muro”, “Osmanlı Cumhuriyeti”, “Son Osmanlı: Yandım Ali” vs...) oluşması bir tarafa; genel toplam içinde ucuza halledilmiş komediler, sırtını genellikle dini hurafelere yaslayan korku filmleri, TV dizisi estetiğini geçemeyen ve şanslarını deneyen ‘ilk film’ler, romantik komedi denemeleri olan bir filmler topluluğu var elimizde...
Evet, 2009’da 70 filmin salon bulması memlekette neredeyse infial yaratmış ve bu durum gazetelerde, dergilerde araştırma ve dosya konuları oluşturmuştu. Ancak bugünden o yılın filmlerine şöyle bir yukarıdan bakınca nitelik ve nicelik arasındaki kırılmanın en çok da bu yıl başladığını söylemek mümkün. 2009’un salon bulan filmlerinde ezici çoğunluk seyirci ‘avlamayı’ hedefleyen, 200 kopya ortalamasıyla çıkış yapan, nitelikleri oldukça tartışmalı filmlere aitti. “Kadrinin Götürdüğü Yere Git”, “Türkler Çıldırmış Olmalı”, “Kanal-i-zasyon”, “Abimm”, “Süpürrr” gibi ne ‘olmadıkları’ daha isimlerinden belli komedi filmleri “Recep İvedik”in açtığı yoldan gitmeyi hedeflediler. Basit hikayeler, sırtlarına yaslanılan komedyenler, zeka eşiği düşük espriler... Önceki sene de aynı yolu takip eden “Destere”, “Çılgın Dersane”, “Avanak Kuzenler”, “Plajda”, “Nekrüt” gibi filmlerin düzeysizliğine rağmen üstelik...
2010 ve 2011 yıllarında böyle filmler artarak gelmeye devam etti... “Kutsal Damacana 2”, “Pak Panter”, “Gelecekten Bir Gün”, “Harbi Define”, “Deli Dumrul”, “Günah Keçisi”, “Şov Bızınıs” ve “Sümela’nın Şifresi” gibi tüm komedi ve mizah düzeylerini yerle yeksan eden filmlerin 150-200 kopya aralığında vizyona çıkmaları kopya başına 1.000 dolardan hesaplanınca yaklaşık 150-200 bin dolarlık bir ek bütçeye sahip olduklarını gösteriyor ki buna filmin çekimi için harcanan para dahil değil... Yani bütün bu film bolluğunun bize sağladığı en net sonuç sinemamızda para sorununun artık bir şekilde çözüldüğü. Peki sorun ne o zaman? Neden içimiz rahat değil hâlâ? Neden bu sayıları sorgulayıp duruyoruz çeşitli mecralarda?
Çünkü sistemin çok da sağlıklı işlemediğinin farkındayız. Mesele eleştirmen-seyirci beğenisinin çok üzerinde ama ne yazık ki gişe filmlerine imza atanlar bu tatminsizlik halinin sorumluluğunu ‘entel takımına’ atarak yırtmaya çalışıyorlar. Ticari amaç ve kaygılarını bu saldırılarla örtmeye çabalıyorlar. Bu yüzden son yıllarda çekilmiş, festivallerinden başarıyla dönmüş “Üç Maymun”, “Sonbahar”, “Hayat Var”, “Vavien”, “Bal”, “Çoğunluk” gibi filmleri aşağılamaya çalışıyorlar. Cümlesi, dertleri olan, Türk toplumundaki sorunları sinema sanatıyla anlatmaya çalışan filmleri hakir görüyorlar. Sanıyorlar ki en çok para harcanan filmler (“New York’ta Beş Minare”, “Anadolu Kartalları”, “Kurtlar Vadisi: Filistin”... ), ya da en çok izleyici alan komediler (“Sümela’nın Şifresi”, “Recep İvedik” filmleri, “Eyyvah Eyvah” vs...) Türk sinemasının yükselişini getirecek. Herşeyi 'para'yla, ticaretle ölçen zihniyete sahip bu sinemacılar, oyuncusundan yönetmenine zaten konuştukça onlardan "mal" diye bahsettiklerini anladığımız filmleriyle dolduracaklar ortalığı...
Oysa ‘piyasa’yı sağlıklı bir ‘sektör’e döndürecek olan şey nitelik ve nicelik arasındaki uçurumun daha kabul edilebilir bir aralıkta olması... İçi boş, ertesi günü unuttuğumuz komedi filmler de olsun tabi ama sinemayı bu kadar ticarethane gibi gören bu zihniyet bari bir de "küstah" olmasın. Sinemanın eğlence yönünün de unutulmadığı daha fazla nitelikli filmler üretebilen, çalışanlarının haklarının korunduğu, insanların ‘büyük fedakarlıklarla’ değil hakedilmiş haklarla çalıştığı, yaratıcı senaryoların projeleştirilmesine imkan verildiği bir sisteme dönüştürülmeli... TV dizilerinin verdiği tüm negatif etkilerden bir an önce arınmalı. Sinema eğitimi veren kurum ve kuruluşlar daha nitelikli hale gelmeli ve ilk filmlerini çeken yönetmenlerin bu filmlerine daha donanımlı hazırlanmaları sağlanmalı... Yoksa biz daha çok ‘tek sorunu para kazanmak değilmiş’ gibi yapan kötü mizah filmlerine, estetik ve içeriğiyle TV dizilerinin bir bölümünü bile aşamayan ‘ilk film’lere, çok para ve çok egoyla üretilmiş gişe tuzaklarına düşeriz yıllarca..        

6 yorum:

  1. Çok önemli bir konu halkı ısrarla hafife alıp cebine göz dikerek zamanını harcamak...sanatla beslemek sorumluluğu yerine sanat üzerinden yozlaştırmak ayıbı. Kahrolsun emperyalizm geyiğine düşeceğim ne yazık ki...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kimse sinemanın eğlendirme misyonunu unutmuyor ya da göz ardı etmiyor aslında... Sinema sanatına aşık olan herkes küçük bir çocukken izlediği o eğlenceli filmlerle sinema tutkunu olmaya başlamadılar mı zaten?
      Önemli olan içeriklerin ticari olacağım diye bu kadar boş ve akla ziyan olmaması... Olanların da nicelik olarak makul bir seviyede kalmaları... Sanırım asıl mesele biraz da bu Hülya hanım...

      Sil
  2. - "Recep İvedik 3" filminin fragmanı, izlemeye gittiğim bir film başlamadan önce beyaz perdede oynamaya başlamıştı. Salon birden bire kahkahalara boğuldu. Her saniyede bir "espri", her "espri"de salondan yükselen kahkahalar... Bu kadar ucuz bir işin bu kadar ilgi görmesi, başarı toplaması çok acıydı; ancak daha da acı olan insanımızın beğeni, daha da önemlisi mizah eşiğinin ne kadar düşük olmasıydı.
    Her sene yeni yeni türk filmleri beyaz perdedeki yerini alıyor. Ancak filmlerinin çoğunun magazinlerde yer almak amacıyla yapılmış olduğunu düşünüyorum. "Birkaç tane manken oynatalım. Bir sevişme sahnesi belki olabilir. Cinsellik komedisi olsun. Baş kahraman uzaylı olsun. Mustafa Topaloğlu'nun 'uzaylı' klişesinden kesinlikle kaçınılmasın. Bol bikinili kızlar... Sürekli para harcayan kişiler... Lüks bir yaşam... Ahanda sana muhteşem bir film. İnsanlar bu filme akarlar." Gerçekten filmlerin buna benzer bir mantıkla yapıldığına inanıyorum. Ve insanlar bu "Cadı'nın şekerlemeden olan evi"ni büyük bir iştahla yiyorlar. Maalesef.
    Böyle bir yazı yazarak hislerime tercüman olduğunuz için çok teşekkür ederim. Gişede başarıya ulaşmış bir filmin iyi film olduğuna inanan bilincin bir gün son bulması dileğiyle...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim yorumlarını paylaştığın için... "Recep İvedik" filmlerine bir noktaya kadar tahammül edebiliyorum, ama cehaleti övmeye başladığında işte orada ciddi bir tehlike görüyorum... O yüzden ona boş bir komedi gözüyle de bakamıyorum... İnsanların bu bilinçle onu eleştirmesini isterdim daha çok... Ve insanlarımızın mizah anlayışındaki çöküş... "Ne Olacak Şimdi", "Süt Kardeşler", "Kibar Feyzo" gibi komedi filmler çıkarmış bir ülkenin geldiği bu mizah çizgisi ne yazık ki trajedi bence...

      Sil
  3. prodüktörlerin firmaların bu eğilimde olmasını eleştirmek saçma olucaktır bara ve mal olarak bakmaları PR çalışmalarıyla gişe kabartmaları çok doğal görünse de engin altan düzyatan gibi oyuncuların da sinemaya " mal " gibi bakması
    sektördeki malların çokluğuna bir ibret hikayesi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ne fena ama değil mi? bu bakışa sahip olduklarını gururla ifşa edenlerin bu işin doğrusunun sadece kendilerinin gibi yapmak olduğunu düşünmeleri ne acı...

      Sil