ALACAKARANLIK EFSANESİ: ŞAFAK VAKTİ BÖLÜM 2
“Şafak Vakti Bölüm 1”de bir evlilik seremonisi ve balayına
odaklanarak son yılların en boş filmlerinden birine imza atılmış olundu. “Kinsey”
ve “Dreamgirls” gibi iki iyi filmle izlediğimiz yönetmen Bill Condon’un “Bölüm 1”
performansı beğenilmemişti ama “Bölüm 2”de durumu biraz olsun kurtarıyor neyse ki.
Bunu serinin uyarlandığı dördüncü kitabında olmayan bir manevrayla gerçekleştiriyor olması da dikkat çekici.
Finalde nihayet karşı karşıya gelen Cullen ailesi ve dünyanın her yerinden
toplanmış dostlarının oluşturduğu ‘iyi vampirler’ ile sanki Vatikan gibi bir
organizasyonu simgeleyen Volturilerin ‘kapışması’ aslında kitapta yok. Condon
‘bu kapışma olsaydı ne olurdu?’ sorusunun cevabını oldukça heyecanlı bir
sinematografiyle grafik olarak da tatminkar bir düzeyde izleyiciye sunuyor.
Pembe dizi mantığının ötesine geçemeden koca vampir
külliyatının kanla, ırkla ilgili olan kısmına bir kolejli kız penceresinden
bakan “Alacakaranlık” serisinin bu son filmine bir de tuhaf süperkahraman
efektleri de eklenmeseymiş daha iyi olurmuş. Mesela bir tane ateşi, suyu
bükebilen “Avatar” karışmış araya! Dokunduğu insanlara elektrik verebilen, ya
da uzaktan yolladığı kara dumanlarla insanların beş duyusunu kapatan mutantlar
var. Yani araya “X-Men” de karışmış sanki. Oysa bütün seri boyunca bir tane Alice vardı ‘özel’ olan,
o da bize yetiyordu… Tabi Bella’ya da bir tane super güç, ‘kalkan’ özelliği,
konmuş ki sonunda bir işlevi olabilsin! Yani aslında bütün bu beş film
Bella’nın kendini bulması ve bir ‘kişilik’ olabilmesiyle sonlanıyor. Sanki dik
oturmak, sekste iyi olmak, iyi ve sadık arkadaşlar edinebilmek, daha güçlü ve
daha çevik olabilmek sadece vampirlere özgüymüş gibi!
Ama burada da bir sakatlık var. Çünkü Bella “Ben vampir
olmak için doğmuşum” diyerek bu edimini vampir olmasına borçlu olduğunu net
olarak belirtiyor. İnsanken hiçbir şey olamayan Bella vampirken özellikli biri
olabiliyor… Bilmiyorum ama, filmin fanatik kitlesi olan ‘teenage’ kızların bu
fikri yanlış anlayacaklarından biraz endişe duydum ben şahsen… 2/5
GÖZETLEME KULESİ
Genç kuşak yönetmen ya da sinemacı dediğimiz isimlerin
Yeşilçam’a öykünen filmlere doğru yönelmesi şaşırtıcı geliyor bana. Pelin Esmer
ilk iki filmiyle farklı bir çıkış yapmıştı ama bu yeni filmiyle 70 yıldır her
türden, her kadın oyuncumuzdan izlediğimiz, istemediği bir gebelikten
kurtulmaya çalışan genç kız hikayesini hiç de öyle girintili-çıkıntılı olmayan
bir olay örgüsü ve karakter çalışmasıyla bir daha çıkarıyor karşımıza. Bunu
temiz bir görsellik ve sinematografiyle sunmaksa asıl mesele, onda zaten çoğunlukla
pek bir sorun yaşanmıyor artık günümüz filmlerinde.
Esmer hikayesini düzgün anlatıyor anlatmasına... Nilay
Erdönmez’in başarıyla canlandırdığı Seher adlı genç kızın dayısı tarafından
hamile bırakılmasının ardından kendi başının çaresine bakmaya ve bebekten
kurtulmaya çalışması başka bir adamın kaderiyle çakışmasına neden olur... Ailesini
kendisinin suçlu olduğu bir kazada yitiren Nihat, Seher’in ve de bebeğin
hayatını tümden değiştirecektir... Seher
hikayesinin anlatılmaya değer kısmı aslında filmin başladığı yerin birkaç ay
gerisi bence... Ama sinemamız genellikle ondan sonrasıyla ilgileniyor. Nihat’ın
hikayesi ise ne yeni bir şey, ne de tatminkâr.. Olgun Şimşek gibi iyi bir
oyuncunun alanı daha geniş bir karakterle hikayeye dahil olmasını bekliyor
insan... 2,5/5
DAĞ
Aslında benim çok da kötü bulmadığım Levent Semerci'nin “Nefes”i, vizyona girdiği zaman taraflı bakışı olduğu için
eleştirilmişti. Başardığı pek çok meziyetinin dışında, ‘düşman’ı korku filmi efekti gibi kullanarak onları adeta
kimliksizleştirmiş, gölgelerle ya da parça parça göstererek görünmez hatta adeta
‘dünya dışı’ tehditler gibi sunmuştu. “Dağ” ise bunu tersyüz ederek ‘düşman’ı
basbayağı tanımlıyor ve ağırından cezalandırıyor... Ama bunu sanki militarist bir Amerikalının Vietnam
savaşını anlatması gibi anlatıyor. Tarafını daha ilk dakikadan belirleyen ve bu
savaşın neden bu ülkede yaşandığına hiç ama hiç takılmayan, çok sert bir üslubu tercih ederek, “neden savaşıyoruz?” sorusu yerine “neden hepsini yok etmiyoruz?” noktasına
varan bir bakışı var ki filmin bu kadar toplumsal barışa muhtaç bir zamanda
böylesi bir filmle ortaya çıkılmasına şaşırmamak elde değil...
Kaldı ki yine sinematografik olarak pek çok şeyin başarıldığı bir film olmasına rağmen bu hamaset atmosferi filme büyük oranda zarar veriyor.
Oyuncular, Çağlar Ertuğrul, Ufuk Bayraktar ve Gözde Mutluer benim hoşuma gitti doğrusu... Ama maalesef senaryo "kötüyüm ben" diye bağırıyor...! 1,5/5
Kaldı ki yine sinematografik olarak pek çok şeyin başarıldığı bir film olmasına rağmen bu hamaset atmosferi filme büyük oranda zarar veriyor.
Oyuncular, Çağlar Ertuğrul, Ufuk Bayraktar ve Gözde Mutluer benim hoşuma gitti doğrusu... Ama maalesef senaryo "kötüyüm ben" diye bağırıyor...! 1,5/5
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder