Kenan İmirzalıoğlu samimi bir performans veriyor çoğu sahnede ama Tuğçe Kazaz'ın performansını da çok kötü bulmadım açıkçası... |
“Uzun Hikaye” olanca iyi niyeti ve emeğine rağmen Türk
sinemasının genel senaryo problemlerinden nasibini alan bir yapım olmuş...
Yazar Mustafa Kutlu’nun “Uzun Hikaye”si çift anlamlı bir
kullanıma sahiptir. Kutlu bu 114 sayfalık eserini hem uzun bir hikaye olarak
tanımlamış (ingilizce literatürde böyle eserlere konan bir isim var: novella) hem
de hikayenin içeriğinde yılları kapsayan bir olay örgüsünü işaretlemiş...
Kutlu’nun hikayesi olayların geçtiği dönemi özellikle
belirtmemekte ama bu zamansızlık, Türkiye’de bazı şeylerin iktidarlar değişse
de bir şekilde sosyal yaşamda hep sürdüğünün altını çizmektedir sanki... “Uzun
Hikaye”de adı ‘sosyalist’e çıkacak kadar eşitlikçi, vicdanlı ve iyi bir adam olan
arzuhalci Ali’nin çok sevdiği karısı ölünce oğluyla bir başına kalıp Anadolu’nun
çeşitli şehirlerine sürülüp gittikleri her yerde tutunamamanın, kök salamamanın
sıkıntısını çekerler...
Genç kuşak oyuncularımızdan Damla Sönmez ilgi çekmeye devam ediyor ama o balonlu gül yapraklı sahneyi kurtaramıyor maalesef... |
Osman Sınav’ın yönetmenliğindeki filmin senaryosu ise
romandaki pek çok olayın yerini değiştirip dramatik etkiyi arttırıcı bir takım
manevralar içermekte. Ama bu manevralar maalesef inandırıcı bir şekilde yazılıp
aktarılamamış peliküle. Ali’nin birbiri ardına sürüldüğü Anadolu kasabalarına
göre filmi üç parçaya bölersek eğer, ‘anne’nin kaybedildiği ilk bölüm dışında
tüm bölümlerin kendi içlerinde bir nevi tekrara dönüştüğü bir yapı üzerine
kurulu film. Ali ve oğlu gittikleri her kasabada birbirlerinin tıpatıp aynı
fikirdeki ve fazla boyutlandırılamamış, eşitlik düşmanı ve baskıcı “kötü
adam”larla çarpışmaktalar.
Ali’nin daha trende tanıştığı tren şefinin yardımıyla oluşturduğu
ve hikayeye masalsı bir ton kazandıran vagon evde geçen ilk bölüm Ali’nin
karısının ölümüyle sonlanıyor. Film özellikle bundan sonrasını anlatırken
gerçekçi tonla masalsı melankolinin dengesini tutturmakta zorlanıyor. İlk bölüm
nispeten daha az bir arızayla atlatılırken, Ali’nin artık ergenlik çağındaki
oğlu Mustafa’yla gittikleri diğer kasabada yaşanan bölüm pek çalışmıyor.
Özellikle de Ali’ye neden kafayı taktığı yeterince belirginleştirilmemiş
belediye başkanı ve adamının Ali’yle olan problemini yansıtan sahneler bu yüzden
ikna edici olamıyorlar. Ama hikayenin asıl büyük problemi en çok da üçüncü
bölümde yani baba-oğulun bize gösterilen bir sonraki duraklarında ortaya
çıkıyor en çok. Kasabanın yine klişe bir ‘kötü’ devlet memurunun kızına abayı
yakan Mustafa’nın hikayesi eğreti temeller üzerine kurulmuş. Ali ve Mustafa’nın
işlettiği kitapçı dükkanında başlayan aşk, Mustafa’nın savcının evinin
tepesinden balonla gül yaprakları dökmeye kadar varan demode bir romantizme
doğru evriliyor. Savcının sarhoş ve de aylak yeğeninin (Erkan Avcı) devreye girerek savcıyla
Ali’yi karşı karşıya getirmekteki katkısı ise zorlama bir senaryo manevrası
olarak filme zarar veriyor...
"Zenne"den de tanıdığımız Erkan Avcı'nın karakteri hikayeye yapıştırma gibi duruyor... Ali’ye kur yapan kasaba öğretmeni ise hem kötü yazılmış hem de kötü oynanmış bir karakter... |
Mustafa’nın babasına artık yer değiştirmekten bıktığını
ifade ettiği çıkışı ise güleryüzlü bir tavırla ele alınmış olmasına rağmen
Ali’yi cezalandıran bir finale götürüyor hikayeyi. Aslında Mustafa’yı ve aşkını
daha çok önemsiyor olsak bu bir sorun olmayacak. Ama film Mustafa’nın çocukluk,
ergen ve genç çağlarını bize izlettirmiş olsa da ona karşı bir sempati
oluşturmayı başaramıyor. Bunda özellikle de son kısımda Mustafa’yı canlandıran
Ushan Çakır’ın da katkısı var tabi!
Osman Sınav’ın da ülkemizde çok yapılsa da dönem
filmi/dizisi çekilirkenki yaşanan sorunlardan nasibine düşeni aldığını
söyleyebiliriz. Mesela bu yüzden filmin ‘genel plan’ eksikliği hissedilir
derecede kendisini belli etmekte... Baba-oğul’un yaşadıkları yerleri, filmin
mekanlarını tanıyıp coğrafyasını kafamızda oluşturabilmek bu dar açılı sahneler
yüzünden pek mümkün olamıyor... En basitinden filmin en orijinal mekanlarından
biri olan ‘vagon ev’in içini şöyle bir tamamen göremiyoruz...
Bir de maalesef televizyon dizilerinin sinema filmlerimizin
öyküleme üsluplarına getirdiği yıkıcı
zararlar var ki, aslında bu da başlı başına bir yazı konusu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder