“Kazanma
Hırsı”ndaki (Any Given Sunday) final maçının öncesinde bir Amerikan futbol
takımı olan Miami Sharks’ın emektar “coach”u Tony D’Amato takım oyuncularına
bir konuşma yapar. Hayatı bir futbol maçına benzetir. Takımının oyuncularına
ayaküstü büyük bir hayat dersi verir. Bununla sadece Miami Sharks oyuncularını
motive etmekle kalmaz D’Amato, sinema salonundaki herkese aslında çok önemli
şeyler söyler. Kendisini veren seyirci onun her cümlesini ağzı açık dinlemek
durumundadır. Çünkü “coach”un anlattıkları futboldan çok öte şeylerdir.
“Beyler,
bir yol ayrımındayız. Bunu sizin için ben yapamam. Ben çok yaşlıyım. Bu genç
yüzleri gördüğümde orta yaşlarında bir erkeğin yapabileceği tüm hataları
yaptığımı düşünüyorum. Tüm paramı savurdum. Beni seven herkesi uzaklaştırdım.
Aynada gördüğüm surata bile dayanamıyorum. Yaşlandığınızda sizden birşeyler
alınır. Bu hayatın bir parçası. Birşeyler kaybetmeye başladığınızda
öğrenirsiniz. Hayatın santimlerden ibaret bir oyun olduğunu anlarsınız. Futbol
da öyle. Maçta, hayatta ve futbolda hata payı o kadar düşük ki; erken ya da geç
atılan bir adım, sizi hedefinizden uzaklaştırır. Yarım saniye yavaş ya da hızlı
kalırsanız yakalayamazsınız. Her yerde santimler önemlidir. Maçın her
molasında, dakikasında ve saniyesinde. Bu takımda o saniyeler için savaşırız.
Bu takımda biz ve etrafımızdaki herkes o santim için savaşır. O santim için
tırnaklarımızla boğuşuruz. Çünkü biliriz ki o santimler birbirlerine
eklendiklerinde kaybetmek ile kazanmak arasındaki farkı belirleyecektir. Ölmek
ile yaşamak arasındaki farkı! Şunu bilin: Her oyunda ölmeye hazır olanlar o
santimi kazanacaktır. Bundan sonra bir hayatım olacaksa eğer yaşamamın nedeni,
o santim için savaşmaya ve ölmeye hazır olmamdır. Çünkü yaşamak budur
işte...”
"The Godfather'ı perdede hiç izleyemedim o zamanlar. Çünkü vizyona girdiği zamanlarda çok gergindim. Rol aldığım filmi izlemek eski bir fotoğrafıma bakmak gibi sıkıcıydı benim için..." |
25
Nisan 1940’da Bronx’da doğan Alfredo James Pacino’nun anne babası o daha çok
gençken boşanmışlar. Annesiyle beraber büyükbabasının yanında yaşamış bir süre.
Hiçbir zaman okula uyum sağlayamayan Pacino sadece gittiği okulların tiyatro
kulüplerinde mutlu olabiliyormuş. 1966
yılında ünlü oyunculuk okulu Actors Studio’ya adım atmasıyla beraber efsanevi
hoca Lee Strasberg ile çalışmaya başlamış. Strasberg 1970’lerde ünlenen pek çok
aktörün benimsediği “Metod oyunculuğu”nun da yaratıcısıydı aynı zamanda. Bir
süre sonra da Pacino onun en iyi öğrencisi olmuş. 1960’ların sonunda aktör, rol aldığı Broadway
oyunlarında adından bahsettirmeye başlamış ve tiyatro dünyasının ünlü ödüllerini
kazandıktan sonra sinemadaki ilk deneyimini “The Panic in the Needle Park”daki
junkie rolüyle kazanmış.
Sinemadaki
yolu ise Francis F. Coppola’nın çekeceği “The Godfather” filmindeki Michael
Corleone rolü için Warren Beatty, Robert Redford, Jack Nicholson, Ryan O’Neal
ve Robert De Niro gibi aktörleri reddedip henüz iki tane küçük bütçeli filmde
oynamış olan bu kısa boylu esmer delikanlıya güvenmiş olmasıyla açılır. Coppola’nın
referansına rağmen en başta filmin yapımcıları ve diğer tüm Hollywood’lu büyükbaşlar
Al Pacino’yu şiddetle reddederler. Hatta dedikodulara göre ondan “şu cüce
Pacino” diye bahsederler. Ama Coppola ısrarla rolü ona verir. Çekimler devam
ederken bile Pacino zaman zaman “kovulacağım” duygusundan kurtulamaz. Ancak
sonuç, yapımcıların düşündüğünden bambaşka bir şekilde gelir. Al Pacino “The
Godfather”daki rolüyle Oscar’a aday gösterilir. Aslında ilginç olan Al Pacino’nun
ailesinin soyları gerçekten de “The Godfather”daki soyadı olan Sicilya’dan
Corleone soyadına dayanmasıdır.
"Al Pacino ile çalışmak size yaptığınız işi ne kadar çok sevdiğinizi ve ne kadar olağanüstü bir iş yaptığınızı hatırlatan bir şey..." - Johnny Depp |
Pacino
kariyeri boyunca çok büyük hasılatlar yapan filmlerde oynamadı. Hatta bazı
büyük gişe hasılatı yakalayacak filmlerdeki rolleri bilerek reddetti. Bu
filmlerden bazıları “Kramer vs. Kramer”, “Born on the Forth of July”, “Apocalypse
Now”, “Star Wars” (Harrison Ford’un oynadığı Han Solo rolü için), “Pretty Woman”
ve “Crimson Tide” olarak sıralanıyor... Ancak
rol aldığı her film hem eleştirmenlerce belli bir seviyenin üzerinde bulundu
hem de sadık bir izleyici kitlesi yarattı. Rol aldığı tek tük kötü filmlerde
bile Al Pacino’nun oyunculuğu hakkında kimse kötü bir söz söyleyemedi.
"Scarface'de Tony Montana rolü için Al Pacino en başından beri düşündüğümüz tek aktördü..." - Brian De Palma |
Aynı
adlı ünlü bir Broadway oyunundan uyarlanan “Glengary Glen Ross”da da
(Türkiye’de “Amerikalılar” adıyla gösterilmişti) Al Pacino ağzı laf yapan bir
emlakçıdır ve sohbet ettiği, kafalamaya çalıştığı bir müşterisine bir hayat
tanımı yapar: “Hayat bir trendir dostum. Hepimiz kendi kompartımanlarımızda
yaşar gideriz. Oysa tren kompartımanları iğrenç kokar. Ama bir süre sonra
kokuya alışmaya başlarsın. En kötüsü de nedir biliyor musun ? Yolun uzun
olduğunu bilirsin. Çok uzundur.”
Böylece
müşterisine arsa satmak için onu cesaretlendirmeye çalışır: “Kimimiz daha
hayatının başındadır. Kimimizse sonuna yaklaşmıştır. Ne olursa olsun en önemli
şey yaşadığımız anlardır. Hastalanmak mı ? İflas etmek mi ? Ölmek mi ? Ya da
sevdiğin birini kaybetmek mi ? Bunlar herkesin başına gelen şeylerdir. Hayatın
birer parçası. Bunu bildiğimiz halde biz neden üzülüyoruz?”
Düzene
uymuş bir Belediye Başkanını oynadığı “City Hall”de de başka bir hayat tanımını
yapar ve kendi konumunu da öyle güzel tasvir eder ki;
“Siyah
ve beyaz vardır hayatta ve ortasında da çoğunlukla gri. Bu biziz işte. Gri sert
bir renktir çünkü beyaz ya da siyah gibi basit değildir ve medya için ilginç de
değildir. Ama biz buyuz işte. Kabullen.”
"Carlito's Way"in setinde yönetmen Brian De Palma ile... |
Gençlik
yıllarından beri kullandığı kötü alışkanlığı, sigarayı günde 2 pakete çıkarınca
1994’de sesini kaybetme tehlikesi yaşadı Pacino. Böylece sigarayı bırakma
kararı aldı. Al Pacino’nun hala filmlerde duyduğumuz sesinin bu hale gelişinin
sebebi de gerçekte budur. Ayrıca Pacino Hollywood’da
hâlâ hiç evlenmemiş az sayıdaki aktörden biri... Al Pacino'nun Julie Marie adlı 22 yaşında bir kızı ve oyuncu Beverly D'Angelo ile olan birlikteliğinden ikizleri var...
"Kramer Kramer'a Karşı romanını sevmiştim. Teklif edildiğinde senaryosu yoktu daha... Ama yine de içinde olmak istemedim... Bana uygun değildi sanki karakter... " |
Oynadığı
tüm o negatif karakterlerde bile karizması, konuşma kabiliyeti, tonlaması,
üstün vücut diliyle Al Pacino bir de “şeytan”ı oynasa nasıl olurdu acaba
sorusunun yanıtını da “Şeytanın Avukatı”nda (Devil’s Advocate) vermişti. Filmin
finalinde Keanu Reeves’i yoldan çıkarmaya çalışırken söyledikleri şok etkisi
yaratır: “Sana Tanrı hakkında ufak bir bilgi vereyim. Tanrı seyretmeyi sever.
Şakacıdır. Düşün bunu. İnsanlara içgüdü verdi. Bu sıradışı hediyeyi verdi ve
sonra ne yaptı? Bunlara karşılık kurallar koydu. Tarihin en büyük gafı! Bak ama
dokunma, Dokun ama tatma, tat ama yutma. Ha ha ha. Ve sen de birinden diğerine
atlayıp dururken o ne yapıyor? Yukarda kahkahalarla gülüyor. O hasta, sıkı bir
sadist ! O yerinde bir türlü bulamadığın ev sahibin. Buna mı tapacaksın? Asla!”
Bu cümleleri bir de onun gözlerini aça aça ellelerini de kullanarak anlattığını
düşünün bir...
2000'li yıllarda bir sürü fiyasko filmde rol alsa da, hele o Jack ve Jill faciasında kendi kendisinin parodisini yapmayı yanlış bir projede tercih etmiş olsa da Al Pacino kendi efsanesini kendi isteğiyle bile yıkmayı başaramayacak bir noktadadır... Al Pacino bir insanın sinemayı sevmesinin en bariz sebeplerinden biri olarak kalacaktır nesiller boyunca... Not: Bu yazı çeşitli yayın ve zamanlarda yazdığım Al Pacino yazılarımdan derlenmiştir...
BİR FİLM SEVDİM'de Yaralı Yüz (Scarface)
ARKA PENCERE'de Büyük Hesaplaşma (Heat)
Bu yazınızı okudum ve faydalı buldum. Emeğiniz için çok teşekkür ederim.
YanıtlaSilkadın kokusu filmindeki okul disiplin kurulunda öğrenciyi savunduğu sahnede buraya eklenebilir.
YanıtlaSil