Eleştirmenin Not Defteri

9 Mart 2013 Cumartesi

Film eleştirisi: SEFİLLER (Les Misérables)



Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri ve ateşli bir demokrasi savunucusu olan Victor Hugo, ölümsüz eseri “Sefiller”i, ülkesi Fransa’dan uzakta, mecburi sürgünündeyken yazmıştır. Hugo imparatorluk rejimine karşı çıktığı ve halkın çıkarlarını gözettiği için sürgündeydi. “Sefiller” dahil en güzel eserlerini de bu sürgün yılları sırasında yazmıştı. Bu yüzden “Sefiller” acıyla yoğrulan karakterlerinin hikayelerini yine acıyla yoğrulmuş bir dille anlatır. “Sefiller” Hugo’nun en halkçı romanıdır. Geniş kitleleri kendisine hayran bırakan roman, Fransız Devrimi’nin ardından yaşanan hayal kırıklığının, çöküşün fakir halk üzerindeki etkisi ve içlerinde yanan isyan ateşinin nasıl da yavaş yavaş canlanmaya başladığının hikayesini anlatır. Hugo’nun bu dev eseri üç güçlü ayak üzerinde sapasağlam yükselir. Birincisi elbette ezilen bütün bir halkı temsil eden ana kahramanı Jean Valjean’ın, kişisel bir hikayesi gibi duran, iyilik ve adalet duygusunun (biraz da dindar bakışla) aranışı. İkincisi onunla koşut olarak yükselen halkların eşitliğini zemin alan meşhur barikatların kurulduğu 1832 ayaklanması... Üçüncüsü de daha geri planda duruyor gibi olsalar da kadın kahramanlarının haberlediği erken bir kadın hareketi... Aslında hepsi temelde tek bir temaya hizmet ediyor, o da “insanın ‘insanca’ yaşaması gerektiği” ve "haksızlıklar"a karşı çıkma...
Bu dev roman üç şeyi çok iyi başarır: Karakterlerini belli özellikleriyle ele alıp ete kemiğe büründüren Hugo, onları haklarında daha fazla bilgi edinmemize gerek duyurmadan çok akıcı bir olay örgüsünün içine atar. Hikayenin temeline anlattığı dönemin politik ve sosyal atmosferini ustaca yayar ve bütün o klasik romanlar gibi (özellikle de romantizm akımına ait olanlar) müthiş bir duygusallığı da içinde barındırır...   
Tom Hooper'ın "Sefiller"i romanın politik altmetnini en iyi yansıtan uyarlama diyebiliriz...
Roman, televizyon ve sinemaya defalarca uyarlandı. Ama 1980’lerde Fransa’da sahnelenmek üzere bir müzikal olarak tasarlandığında, yaratıcıları Fransız müzisyenler Claude-Michel Schönberg, Alain Boublil ve Jean-Marc Natel’in (sözleri başarıyla ingilizceye çeviren Herbert Kretzmer’i de unutmamalı) aklına bunca yıl birçok ülkede sahnelerde kalacağı gelmemiştir büyük olasılıkla... Ne de olsa daha 80’lerde bile çok ‘izlenmiş’ bir hikayeydi “Sefiller”. Ama hikayenin muhatabını hemen avucunun içine alan o yoğun duygusu farklı formlarda da karşımıza çıksa hep yakalıyor insanı bir şekilde.
Tom Hooper’ın filmi bu müzikali temel alıyor. Dev bir eserden yaratılmış olsa da bir tiyatro sahnesine mecburen ‘sıkıştırılmış’ yapıdaki metni Hooper tam da layığıyla görselleştirmeyi başarıyor ki, açıkçası sahneden uyarlanan filmlerde de insan önce bunu arıyor... Hooper karakterlerin gözlerine ve yüzlerine odaklanıyor film boyunca. Onlar şarkılarını söyledikçe, ağladıkça, acı çektikçe ya da her ikileme düştüklerinde iyice yaklaştırıyor yüzlerine kamerasını...  Kadrajın sağına ya da soluna, köşeye alıyor karakterlerini... Hep bir şekilde kenardalar ve bir köşeye itilmişler sanki... Bir anlık bir dürtüsüne yenik düşerek hırsızlık yapan ve ömrü boyunca bunun yükünü sırtında taşıyan ‘vicdan sahibi’ Jean Valjean ya da sokaklara düşen zavallı Fantine’in haketmedikleri yaşamlara olan mahkumiyetleri gibi, Jean Valjean’ı sıkı sıkıya bağlı olduğu görevi gereği kovalayan, hikayenin ‘kötü’sü Javert de bir nevi kendi gururunun ve hırsının mahkumudur... Hooper her ne kadar karakterlerinin yakın planlarına sıkı sıkıya bağlı olsa da filmin nefes almasına sık sık olanak sağlayan kuşbakışı ya da genel planlara da yer açmış yeterince. Hikayenin ‘ilahi’ dokusuna da hizmet eden bir ‘herşeyi gören göz’ zaman zaman kendisini hissettirmekte.  
Bir Tim Burton filminden çıkıp gelmişler gibi duran, Sacha Baron Cohen ve Helena Bonham Carter ikilisi filme gerçek anlamda “renk” katıyorlar.. Vogue dergisine böyle bir poz vermişler...
Özellikle filmin ilk yarısı müzikalde de olduğu gibi neredeyse nefes nefese akıp gidiyor. Jean Valjean’ın ve Fantine’in kesişen hikayeleri ve Valjean’ın Fantine’in kızı Cosette’i himayesi altına almasıyla sonlanan ilk perdenin ardından, sefalet içinde yaşamaya zorlanan halkı uyandırmaya çalışan bir grup idealist öğrencinin arasına dalıyoruz. Bu bölümde de Cosette’e âşık olan Marius ve ona âşık olan Eponine’in oluşturduğu aşk üçgeni 5 ciltlik orijinal romanda başarıyla yedirilebiliyor olmasına rağmen tıpkı müzikalde de olduğu gibi filmde de belli oranda bir ‘kambur’ oluşturmuyor değil açıkçası. Ama yine de bu bölümde romanın hiçbir uyarlamasında olmadığı kadar başarıyla anlatılıyor politik zemin. Fransız devriminin getirdiği umut havasının bir süre sonra yerini hastalık ve yoksullukla ezilen halkın isyanına bıraktığını; tıpkı her toplumda olduğu gibi isyanın hep önce genç öğrencilerden başladığını, devrimin hep böyle doğası gereği ‘romantik’ olduğunu etkili bir sinema duygusuyla vermeyi başarıyor...
Barikatların sembol figürlerinden yürekli, küçük devrimci Gavroche'yi tüylerimiz diken izliyoruz çoğu zaman. Onu başarıyla canlandıran Daniel Huttlestone'un da ilk filmi üstelik...  
Hugh Jackman’ın Jean Valjean olmak konusundaki tutkusu, nefes nefese söylediği şarkılarda da bellli ediyor kendisini. Dünya edebiyatının bu en sevilen kahramanlarından birinde gerçekten de doğru notalara basmayı biliyor her iki anlamda da. Anne Hathaway’in Fantine’si ise kuşkusuz beyazperdenin şimdiye dek izlediğimiz en yürek yakan Fantine’si. Fantine’nin gözyaşları ilk kez bu kadar gerçek, acısı ve kızına duyduğu özlem ilk kez bu kadar ‘sahici’. Şarkı performanslarında Russel Crowe’u önce bir süre yadırgasanız da herkes sonra yerli yerine oturuyor. Ama Jackman ve Hathaway’den sonra Marius rolündeki Eddie Redmayne de akılda kalıcı bir performans sunuyor. Yetişkin Cosette’te izlediğimiz Amanda Seyfried de “Mamma Mia”daki rahatlığını sürdürüyor...
“Sefiller” klasik hikayelerin neden hâlâ klasik olduklarının en güzel kanıtlarından biri...

2 yorum:

  1. çok merak etmeme rağmen hala
    seyredemedim:(
    yazını büyük bir keyifle okudum..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekürler Buket... müzikal seviyorsan kaçırmamalısın...

      Sil