Eleştirmenin Not Defteri

15 Mart 2013 Cuma

Film eleştirisi: SKYFALL



Biliyorsunuz, James Bond 23. ‘resmi’ filmiyle karşımızda bu hafta... ‘Resmi’ ifadesini bu toplamın dışında kalan bir film yüzünden kullanıyoruz. Yapımcı kavgaları ve telif meselesi yüzünden bu sayının içinde yer almayan “İnsan Gibi Yaşa” (Never Say Never Again, 1983) Bond filmi gibi başlamayan, Bond filmi gibi ilerlemeyen ‘gayrı resmi’ hatta ‘bağımsız’ bir Bond filmidir. (Film bizde video piyasasında "Asla Asla Deme" adıyla da çıktığı için bu konuda bir karışıklık yaşanmaktadır)
Film, Bond’un (Sean Connery) başarısız olduğu bir kurtarma simulasyonu ile başlar. Hatta kendisine dikkat etmediği, formdan düştüğü için M (Edward Fox) tarafından da azarlanır. “İnsan Gibi Yaşa” Sean Connery’nin İngiliz ajanı canlandırdığı son filmdir ve o yıl 53 yaşına basan aktör, Bond’un da yaşlanmaya başladığını hissettiği bir macerada birazcık da olsa alıştığımızın dışında bir performans sergiler...
Açıkçası resmi ya da gayrı resmi, çok sevilen bir Bond filmi sayılmaz “İnsan Gibi Yaşa”. Ama belli orandaki bir ‘farklılık’ın denenmesi açısından enteresandır.
2006 yılında karşımıza gelen yeni Bond ve onun ilk filmi “Casino Royale” de stüdyo işi olmasına rağmen aynı bağımsız takılma istek ve amacını taşıyordu. Sean Connery ve Roger Moore Bond’larından daha derin, Timothy Dalton ve Pierce Brosnan Bond’larından daha ‘ruh’ sahibi bir James Bond yaratma gayreti, yapımcıları alışıldık tipolojinin biraz dışında bir aktörle beraber ilk orijinal Bond macerasına geri döndürdü. Yaratıcısı Ian Fleming’in aynı adlı ilk Bond romanından uyarlanan film, Bond’da derin yaralar açan ve onun kadınlarla olan ilişkilerinin bu bildiğimiz hale gelmesine neden olan Vesper Lynd karakterinin de adamakıllı ilk kez anlatıldığı film olarak önemliydi. İkibinli yıllar için ‘update’ edilmiş (genç, daha atak, teknoloji uyumlu, daha duygusal) Jason Bourne gibi yeni çağ ajanlarına karşılık Bond’un kendi çizgisinden de uzaklaştırılmadan daha ‘insan’ bir eski usül ajan olarak baştan yorumlanan bu ikibinlerin ilk Bond filmi, tüm dünyada büyük ilgi ve sevgiyle karşılandı. 
"Casino Royale"e kadarki eski Bond filmlerinde bu kadar duygusal bir sahneye rastlamak zordu... 
Daniel Craig’in fiziğinde hayat bulan ‘yeni’ Bond, iyi yazılmış bir senaryo ve Martin Campbell’ın başarılı yönetimiyle dikkat çekiciydi. Derinlikli olay örgüsü, dişileştirilen M’iyle karikatür boyutundan uzaklaştırılan Q’su ve bazen bayağılaşma sınırlarında dolaşan çapkınlık seanslarının uzağındaki Bond’un kişisel dünyasına da alıştığımızdan fazla yer veren ve aksiyona da doyuran film hedefi onikiden vurmuştu. Tam da bittiği yerden başlayan Marc Forster’ın “Quantum of Solace”ı önceki film kadar başarılı değildi belki ama yeni Bond’un cilasını parlatan bir yapımdı.
“Skyfall” aynı çizgiyi sürdürse de, son Bond filmi olmadığını çok net bir şekilde söylüyor olmasına rağmen, öyle bir ‘son film’ duygusu yaratıyor ki üç filmdir başka türlü bir seyir keyfi aldığımız bu ‘yeni Bond’a sanki veda etmek zorunda kalıyor gibi hissediyoruz bittiğinde.
Ve Sirkeci'deki James Bond...
Öncelikle haftalarca İstanbul ve Adana’nın trafiklerini felç edilerek çekildiği sahnelerin “Takip: İstanbul” (Taken 2) fiyaskosundan katbe kat iyi olduğunu belirtmekte fayda var. Her ne kadar Adana caddelerini de İstanbul gibi göstermeye çalışırken trafikteki arabaların 01 plakaları gözardı edilmiş olsa da bu sadece dikkatli Türklerin gözüne takılan detaylar olacaktır. Bond’un da dillendirdiği gibi artık ‘cesur bir yeni dünya’ vardır. Teknolojiden güç alan, insanların oturdukları yerlerde sadece internet sayesinde bile dünyanın tüm dengesini bozacak aktivitelerde bulunabildikleri bir dünyadır bu. Düşmanların gölgelerde saklandıkları bir dünyada James Bond gibi eski usül ajanların işlevlerinin tartışmaya açıldığı bir yeni dünya düzeni... Gençleştirilmiş Q bile artık bütün o cafcaflı teknolojik oyuncaklarla uğraşmıyor. Ama buna karşılık Bond’a verdiği sinyal verici fena halde retro bir alet! M kendisinin yerini dolduracak yeni M’e karşı kendi sistemini ve Bond’u kolluyor. Onu ağır yaralanmasının ardından ‘hasarlı’ yeniden doğuşunu onaylayarak, MI6’yı tehdit eden bir ‘eski oğul/yeni düşman’a karşı savaşması için cephenin önüne sürmekten geri kalmıyor yine de. Yani Bond’un yeni macerası, TV’de yayınlanan her ajan/polis dizisinin birkaç bölümünde işlenen klişe bir hikaye: Eski bir oyuncu oyun sahasına düşman olarak geri döner. 
Küçük aksiyon filmi klişeleri bu iyi yapılmış ‘yeni çağ’ aksiyonlarına yakışmıyor... Maalesef birkaç tanesi “Skyfall”da da var... Mesela bu sahnede hızla giden bir trenin üstünde kavga eden iki adam var. Kısa bir süre sonra kötü adam tam orada boşta bir zincir bulacak ve Bond's onunla vurmaya başlayacak!
Ama bu klişe hikaye Sam Mendes’e farklı bir şey yapma alanı da açıyor.. James Bond’u derinlemesine inceleme fırsatı veriyor... M’nin emri altında çalışmış Silva teşkilat tarafından bir görev sırasında ölüme terkedildikten sonra güç toplayarak geri dönmüş, tehlikeli bir terörist olmuş ve şimdi intikam istiyordur. Bond’un karanlık tarafa geçeni, hatta onun eşcinsel bir suretidir kendisi! Bond’un Silva ile ilk karşı karşıya kaldıkları sahne ise “Skyfall”un kuşkusuz en güçlü sahnesi... Hatta bütün filmi bu sahne için çekmişler demek bile mümkün neredeyse...
Çünkü Silva, Bond’u kendi kendisiyle hesaplaştırıyor. Tabi ki bir Hollywood stüdyosunun elverebildiği ölçüde... Javier Bardem’in olağanüstü bir performansla can verdiği Silva, Bond’a kur yaparak, cinsel bir imada bulunmak amacıyla “Herşeyin bir ilki vardır. Ne dersin?” teklifinde bulunuyor. Bond’un cevabı beklenmedik: “İlk olduğu ne malum?!”... Her ne kadar basit bir olay örgüsüne sahip olsa da, hiçbir Bond filminin girmeye cesaret edemediği sulara ufak ufak girebiliyor film... M’nin ne derece koruyucu/kollayıcı olduğu tartışmalı ‘anne’liği, Bond’un yetimliği ve babaevinin patlatılmasıyla geçmişe çekilen  süngerle son buluyor “Skyfall”. Bunlar eskiden izlediğimiz Bond filmlerinde görmeye alışık olmadığımız detaylar kuşkusuz.   
Bütün film bu sahneyi bekliyor sanki...
Ama gelin görün ki Bond’un babaevine dönüşüyle simgelenen eski Bond filmlerine dönüş finali biraz can da sıkıyor. Dişi M’nin yerini Bond’la yarı ciddi bir dalaşmaya girecek yeni bir erkek M’ye bırakması, Bond’la sürekli kurlaşacak Moneypenny’nin görevine başlaması, eski Bond müziğinin tam da o versiyonuyla çalınıyor olması bundan sonra izleyeceğimiz Bond filmlerinin tonunun “Casino Royale”den başlayarak üç filmdir süren tondan giderek uzaklaşacağını ve eski Bond’lara daha çok yaklaşacağını haberliyor sanki.   

EKSTRA SEÇENEK:
"Skyfall" dahil birçok Bond filminin jeneriklerini tasarlayan Daniel Kleinman konuyla ilgili "incelikler"i anlatıyor: 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder