Biliyorsunuz, James Bond 23. ‘resmi’ filmiyle karşımızda bu
hafta... ‘Resmi’ ifadesini bu toplamın dışında kalan bir film yüzünden
kullanıyoruz. Yapımcı kavgaları ve telif meselesi yüzünden bu sayının içinde
yer almayan “İnsan Gibi Yaşa” (Never Say Never Again, 1983) Bond filmi gibi
başlamayan, Bond filmi gibi ilerlemeyen ‘gayrı resmi’ hatta ‘bağımsız’ bir Bond
filmidir. (Film bizde video piyasasında "Asla Asla Deme" adıyla da çıktığı için bu konuda bir karışıklık yaşanmaktadır)
Film, Bond’un (Sean Connery) başarısız olduğu bir kurtarma simulasyonu ile başlar. Hatta kendisine dikkat etmediği, formdan düştüğü için M (Edward Fox) tarafından da azarlanır. “İnsan Gibi Yaşa” Sean Connery’nin İngiliz ajanı canlandırdığı son filmdir ve o yıl 53 yaşına basan aktör, Bond’un da yaşlanmaya başladığını hissettiği bir macerada birazcık da olsa alıştığımızın dışında bir performans sergiler...
Film, Bond’un (Sean Connery) başarısız olduğu bir kurtarma simulasyonu ile başlar. Hatta kendisine dikkat etmediği, formdan düştüğü için M (Edward Fox) tarafından da azarlanır. “İnsan Gibi Yaşa” Sean Connery’nin İngiliz ajanı canlandırdığı son filmdir ve o yıl 53 yaşına basan aktör, Bond’un da yaşlanmaya başladığını hissettiği bir macerada birazcık da olsa alıştığımızın dışında bir performans sergiler...
Açıkçası resmi ya da gayrı resmi, çok sevilen bir Bond filmi
sayılmaz “İnsan Gibi Yaşa”. Ama belli orandaki bir ‘farklılık’ın denenmesi
açısından enteresandır.
2006 yılında karşımıza gelen yeni Bond ve onun ilk filmi
“Casino Royale” de stüdyo işi olmasına rağmen aynı bağımsız takılma istek ve
amacını taşıyordu. Sean Connery ve Roger Moore Bond’larından daha derin,
Timothy Dalton ve Pierce Brosnan Bond’larından daha ‘ruh’ sahibi bir James Bond
yaratma gayreti, yapımcıları alışıldık tipolojinin biraz dışında bir aktörle
beraber ilk orijinal Bond macerasına geri döndürdü. Yaratıcısı Ian Fleming’in
aynı adlı ilk Bond romanından uyarlanan film, Bond’da derin yaralar açan ve
onun kadınlarla olan ilişkilerinin bu bildiğimiz hale gelmesine neden olan Vesper
Lynd karakterinin de adamakıllı ilk kez anlatıldığı film olarak önemliydi.
İkibinli yıllar için ‘update’ edilmiş (genç, daha atak, teknoloji uyumlu, daha
duygusal) Jason Bourne gibi yeni çağ ajanlarına karşılık Bond’un kendi
çizgisinden de uzaklaştırılmadan daha ‘insan’ bir eski usül ajan olarak baştan
yorumlanan bu ikibinlerin ilk Bond filmi, tüm dünyada büyük ilgi ve sevgiyle
karşılandı.
"Casino Royale"e kadarki eski Bond filmlerinde bu kadar duygusal bir sahneye rastlamak zordu... |
Daniel Craig’in fiziğinde hayat bulan ‘yeni’ Bond, iyi yazılmış bir
senaryo ve Martin Campbell’ın başarılı yönetimiyle dikkat çekiciydi. Derinlikli
olay örgüsü, dişileştirilen M’iyle karikatür boyutundan uzaklaştırılan Q’su ve
bazen bayağılaşma sınırlarında dolaşan çapkınlık seanslarının uzağındaki
Bond’un kişisel dünyasına da alıştığımızdan fazla yer veren ve aksiyona da
doyuran film hedefi onikiden vurmuştu. Tam da bittiği yerden başlayan Marc
Forster’ın “Quantum of Solace”ı önceki film kadar başarılı değildi belki ama
yeni Bond’un cilasını parlatan bir yapımdı.
“Skyfall” aynı çizgiyi sürdürse de, son Bond filmi olmadığını
çok net bir şekilde söylüyor olmasına rağmen, öyle bir ‘son film’ duygusu
yaratıyor ki üç filmdir başka türlü bir seyir keyfi aldığımız bu ‘yeni Bond’a
sanki veda etmek zorunda kalıyor gibi hissediyoruz bittiğinde.
Ve Sirkeci'deki James Bond... |
Öncelikle haftalarca İstanbul ve Adana’nın trafiklerini felç
edilerek çekildiği sahnelerin “Takip: İstanbul” (Taken 2) fiyaskosundan katbe kat iyi
olduğunu belirtmekte fayda var. Her ne kadar Adana caddelerini de İstanbul gibi
göstermeye çalışırken trafikteki arabaların 01 plakaları gözardı edilmiş olsa
da bu sadece dikkatli Türklerin gözüne takılan detaylar olacaktır. Bond’un da
dillendirdiği gibi artık ‘cesur bir yeni dünya’ vardır. Teknolojiden güç alan,
insanların oturdukları yerlerde sadece internet sayesinde bile dünyanın tüm
dengesini bozacak aktivitelerde bulunabildikleri bir dünyadır bu. Düşmanların
gölgelerde saklandıkları bir dünyada James Bond gibi eski usül ajanların
işlevlerinin tartışmaya açıldığı bir yeni dünya düzeni... Gençleştirilmiş Q
bile artık bütün o cafcaflı teknolojik oyuncaklarla uğraşmıyor. Ama buna
karşılık Bond’a verdiği sinyal verici fena halde retro bir alet! M kendisinin
yerini dolduracak yeni M’e karşı kendi sistemini ve Bond’u kolluyor. Onu ağır
yaralanmasının ardından ‘hasarlı’ yeniden doğuşunu onaylayarak, MI6’yı tehdit
eden bir ‘eski oğul/yeni düşman’a karşı savaşması için cephenin önüne sürmekten
geri kalmıyor yine de. Yani Bond’un yeni macerası, TV’de yayınlanan her
ajan/polis dizisinin birkaç bölümünde işlenen klişe bir hikaye: Eski bir oyuncu
oyun sahasına düşman olarak geri döner.
Ama bu klişe hikaye Sam Mendes’e farklı bir şey yapma alanı
da açıyor.. James Bond’u derinlemesine inceleme fırsatı veriyor... M’nin emri
altında çalışmış Silva teşkilat tarafından bir görev sırasında ölüme
terkedildikten sonra güç toplayarak geri dönmüş, tehlikeli bir terörist olmuş
ve şimdi intikam istiyordur. Bond’un karanlık tarafa geçeni, hatta onun
eşcinsel bir suretidir kendisi! Bond’un Silva ile ilk karşı karşıya kaldıkları
sahne ise “Skyfall”un kuşkusuz en güçlü sahnesi... Hatta bütün filmi bu sahne
için çekmişler demek bile mümkün neredeyse...
Çünkü Silva, Bond’u kendi kendisiyle hesaplaştırıyor. Tabi
ki bir Hollywood stüdyosunun elverebildiği ölçüde... Javier Bardem’in
olağanüstü bir performansla can verdiği Silva, Bond’a kur yaparak, cinsel bir
imada bulunmak amacıyla “Herşeyin bir ilki vardır. Ne dersin?” teklifinde
bulunuyor. Bond’un cevabı beklenmedik: “İlk olduğu ne malum?!”... Her ne kadar
basit bir olay örgüsüne sahip olsa da, hiçbir Bond filminin girmeye cesaret
edemediği sulara ufak ufak girebiliyor film... M’nin ne derece
koruyucu/kollayıcı olduğu tartışmalı ‘anne’liği, Bond’un yetimliği ve
babaevinin patlatılmasıyla geçmişe çekilen
süngerle son buluyor “Skyfall”. Bunlar eskiden izlediğimiz Bond
filmlerinde görmeye alışık olmadığımız detaylar kuşkusuz.
Bütün film bu sahneyi bekliyor sanki... |
Ama gelin görün ki Bond’un babaevine dönüşüyle simgelenen
eski Bond filmlerine dönüş finali biraz can da sıkıyor. Dişi M’nin yerini
Bond’la yarı ciddi bir dalaşmaya girecek yeni bir erkek M’ye bırakması, Bond’la
sürekli kurlaşacak Moneypenny’nin görevine başlaması, eski Bond müziğinin tam
da o versiyonuyla çalınıyor olması bundan sonra izleyeceğimiz Bond filmlerinin
tonunun “Casino Royale”den başlayarak üç filmdir süren tondan giderek
uzaklaşacağını ve eski Bond’lara daha çok yaklaşacağını haberliyor sanki.
EKSTRA SEÇENEK:
"Skyfall" dahil birçok Bond filminin jeneriklerini tasarlayan Daniel Kleinman konuyla ilgili "incelikler"i anlatıyor:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder