Şu sıralar en çok satan DVD'ler listesinde yer alan "Son Vurgun" (Contraband) filminin aslında çok kötü niyetli bir senaryosu var... İşte vizyona çıktığı hafta Arka Pencere'ye yazdığım eleştirisi...
İlk uzun metrajlı filmi “101 Reykjavik” ile ülkesinde beğeniyle karşılanan İzlandalı yönetmen Baltasar Kormákur, 2005’te yine ülkesinde Hollywood ortaklı “Cennete Kısa Bir Yolculuk” (A Little Trip To Heaven) adlı suç gerilimini çekmiş ama umduğu ilgiyi görememişti. Asıl dikkati tümüyle İzlanda yapımı ve İstanbul Film Festivali’nde de ilgiyle izlenmiş olan karanlık polisiyesi “Bataklık” (Myrin) ile çekti...
Kormákur
2010’da organ mafyasıyla ilgili gerilim filmi “Nefes Nefese” (Inhale) ile
Hollywood gişe filmi mantığına yaklaşmıştı. Kıvrımsız senaryosu ve aceleye
getirilmiş finali yüzünden amacına ulaşamayan bir filmdi. Ama yine de bu yıldızlı ve cilalı son filminden daha iyiydi
doğrusu...
“Contraband”e konulan Türkçe isim “Son Vurgun”, Kormákur’un halini güzel
özetleyen bir isim olmuş. Çünkü film bittiğinde anlıyoruz ki bazı Avrupalı
yönetmenler Hollywood’da vurgun yapmak uğruna vurgun yemeyi göze
alabiliyorlar...
Aslında
“Son Vurgun” iyi başlıyor hikayeye... Eski bir kaçakçı olan Chris, iki oğlu ve
güzel karısıyla dürüst bir hayat yaşamaya çalışıyor artık. Ama gel gör ki genç
kayınbiraderi rahat durmuyor... Yüklü bir kokain kuryeliği sırasında yapılan
polis baskını yüzünden malı denize atmak zorunda kalıyor. Ancak uyuşturucunun
sahibi (rolünü ciddiye alınamayacak bir yılışıklıkla canlandıran Giovanni
Ribisi) malını ve uğradığı hasarı geri istiyor. Böylece Chris kayınbiraderini
kurtarmak için ailesi ve kendisini son bir vurgun için riske atmak zorunda
kalıyor...
Kate Beckinsale içinde olduğu her filme belli bir seyir zevki katan hem güzel hem de rahatsız etmeyen performanslar çıkaran bir oyuncu ... |
Orta
düzeyde bir suç gerilimi vaat eden hikaye bir yere kadar durumu idare ediyor.
Chris ekibiyle düzeneğini kurup Panama’ya giden bir şileple memlekete sahte
para sokmak için bir operasyon düzenliyor. Ama ne sahte para... Tam bir
kamyonet dolusu! Diğer yandan karısını ve çocuklarını da pek de güven vermeyen
en yakın arkadaşına emanet ediyor...
Kormákur’un
filmi kendisinin de başrolde olduğu 2008 yapımı “Reykjavík Rotterdam” adlı
İzlanda yapımının bir yeniden çevrimi aslında. Orijinal filmin gidişatını
bilmiyoruz ama Hollywood sermayesi işin içine girince iyice saçmalaşan bir senaryoya dönüşmüş sanki... Bazen böyle filmlere ahlak
penceresinden yaklaşmak her zaman çok doğru değil aslında ama sözkonusu olan film ticari
bir filmse ve bu ticari film çarpık bir durumu haklı çıkarmaya çalışıyorsa
orada "bir dakika!" demek gerekiyor bence... Yazının bundan sonraki
kısmını bu "bir dakika!" çıkışının bir tezahürü olarak görmenizi
isterim... Finale dair kimi ipuçlarını da verebilirim ama bu filmin sorunu
başka türlü de anlatılamaz!
Mark Wahlberg ve Ben Foster izleyicisine seyir keyfi veren oyuncular... Bazen filmlerin kötü senaryolarını da kamufle edebiliyorlar... |
Chris’in
‘gerizekalı’ kayın biraderinin hatasını yeni hatalarla kapatmaya çalıştığı bu
gerilim hikayesi yol aldıkça aptalca bir Hollywood ahlak anlayışına doğru
gidiyor. Chris ve dolayısıyla da yönetmen Kormákur için uyuşturucu işi ahlak
dışıdır ama Panama’dan bir kamyonet dolusu sahte para getirmek, orada ünlü
Amerikalı dışavurumcu ressam Jackson Pollock’un tablosuna yönelik bir soyguna
karışmak, sonra onu kamyonetteki bir paçavra gibi gösterip kaçak yollarla
ülkeye getirip karaborsada satmak filan gayet mübah anlaşılan!
Açıkçası
uzun zamandır izlediğim aksiyon filmleri içinde çatlamış ar damarlarına (illa
cinsel olacak değil ya) bu derece şahit olmamıştım... Filmin hızla çözüme
ulaşan ve ulaştığı çözümü de bir güzel olumlayan tavrı beni çok rahatsız etti.
Çünkü bu tavır seyirciyi aptal yerine koyan bir tavır. Film boyunca onlarca suç
işlese de alnı ak kalabilen (!) kahramanımızın bunların karşılığında en ufak
bir bedel bile ödememesi, hatta kârlı bile çıkması, olsa olsa 90’lardan kalma
bir Hollywood alışkanlığının ürünüdür...
Asıl
şaşırtıcı olan, Mark Wahlberg gibi kendi kuşağının nispeten bilinçli
oyuncularından birinin hâlâ böyle bir filme ihtiyaç duyuyor olması... Ya da
“Dövüşçü” (The Fighter) filmindeki yapımcılığına ve performansına fazla mı övgü
yapmışız acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder