Eleştirmenin Not Defteri

21 Haziran 2012 Perşembe

SARI SAÇLARINDAN SEN SUÇLUSUN!

O günlerden hatırladığım ender anılardandır. O içinden “artist” resmi çıkan cikleti açışım, onun resmini görüşüm... Önce yabancı bir artist sanmıştım. Çok güzeldi ve o çocuk aklımla pek anlayamadığım bir şekilde o kadar tatlı bakıyordu ki… Sonra yanında yazan ismine bakmıştım. İsmi annemin ismiyle aynıydı: Filiz.
Filiz Akın’ı ilk defa o kağıt parçasında görmüştüm işte (sakızın adı neydi? “Minti” mi?) O zamanlar böyle sakız kağıtlarının yan taraflarındaki numaralarla oyunlar oynardık mahalleden arkadaşlarla. Ben hep kaybederdim. Kaybettiklerimi çıkarabilmek için de dünyalar kadar sakız çiğnerdim. Hatta sakızlardan öyle bıkmıştım ki, bir aralar sakızını atar sadece kağıdını saklardım aldıklarımın. Ama o gün ben, ismi annemle aynı olan o güzel kadının resmini, oynayacağım muhtemelen de kaybedeceğim  diğerlerinin arasına koymadım. O güzel sarışın kadının olduğu kağıdı ben hep sakladım. Sonra filmleriyle de tanıştım. Artistler zaten çevremizdeki insanlara pek benzemezlerdi yaşadığım o günlerde. Ama bu kadın, o zamanlar gördüğüm, çevremdeki hiç ama hiç kimseye benzemiyordu. Esmerlerle dolu filmlerimizde o olanca sarışınlığıyla parlardı ve ben onun daha filmlerini bile seyretmeden hayranı olmuştum.
Yeşilçam, bir zamanlar Türk halkının en büyük eğlencesiyken Belgin Doruk, Türkan Şoray, Fatma Girik gibi esmer güzelleri ve de Türk tipi kadın oyuncular hemen herkesin sevgilisi oluvermişti.
1962 yılından itibaren ise 19 yaşında güzel bir kız daha görünmeye başlamış filmlerde. Bu güzel kız çoğu oyuncumuzun başladığı yolla başlamış sinemaya. ‘Artist’ adlı derginin açtığı yarışmada birinci olarak. Bu dergi ona sinema yolunu açmakla kalmayıp, yazarlık yeteneğinin de su yüzüne çıkmasına vesile olmuş: Bir müddet bu dergide “Filiz’in Köşesi” adıyla yazılar yazmış Filiz Akın. Bu yazılarıyla bile içtenliğini ve iyi niyetini yansıtabilmiş olanca sevimliliğiyle.
Yıllar sonra ben şu ünlü 1962 tarihli ‘Artist’ dergilerinden bulduğumda nasıl da heyecanla okudum onun yazılarını.Ve gördüm ki daha ilk yazısında sinemaya girmesinin heyecanını ve tüm duygularını okuyucularıyla paylaşmak isteyen duygusal, idealist ve arkeoloji okuyan gencecik bir kız o yıllarda yaşamış olmayı istetti bende. Nasıl da heyecanla yazmış o günlerde yaşadıklarını ve hissettiklerini: “...Etrafımı kırmamak, çoğunluğun doğru kabul ettiklerini yapmak ve mümkün olduğu kadar az tenkid edilmek endişesi içindeyim. Tabii bunda muvaffak oldum diyemem ancak benim gayretim bu kadar... Kamera karşısında da aynı endişelerim var. Fakat şimdilik daha hiçbir şey yapamadığım kanaatindeyim. Her ne kadar bu bana bendinlik veriyorsa da bunu yenmeye, gayretimi kaybetmemeye çalışıyorum. Bir gün gelip kendimi de tatmin edeceğim bir duruma geleceğime inanıyorum. Belki bu hiçbir zaman olmayabilir. Ama bir inancım olmazsa yıkılır giderim. Bir ideal uğruna çalışmak güzel. Gerçekleşmese bile insan, gücünü ortaya koymuş olmaktan, birşeyler yapabilmiş olmanın hazzıyla yetinebilir...”
Derginin yarışmasında birinci olduktan sonra onunla aynı dergi için bir ropörtaj yapan Turan Aksoy ise şöyle yazmış onun için: “Badem gibi iri gözleri, çekik kaşları ve kalkık burnu ile tam bir Hollywood yıldızı... Gözlerinin altından baktığı zaman, karşısındaki erkeği yerinde mıhlayacak kadar kuvvetli bir cazibeye sahip olan Filiz Akın; aşkı ve sevişmeyi reel bir şekilde aksettiren yerli filmler için aranıp da bulunamayan müstesna bir tip.”
O zamanki pek çok dergide buna benzer ibarelere rastlamak olası. Evet, Filiz Akın Türk Sineması için değişik bir yüzdü. Bir defa sarışındı. 60’lı yıllarda, sarışın kadınların baştan çıkarıcı, kötülük düşünen, yuva yıkan kadın tiplerini oynadığı bu dönemde o, başrol oyuncusu olarak, farklılığını hemen göstermişti. Bu farklılığına rağmen Türk sinema seyircisine çabuk ulaşabilmiş ve onların sempatisini çok çabuk kazanmıştı. Üstelik ilk filmlerinde çoğunlukla da iyi yönetmenlerle çalışarak: Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Memduh Ün, Metin Erksan... 

1943, Ankara doğumludur Filiz Akın. Ankara Maarif Koleji’nde okumuş tıpkı pek çok filminde oynadığı kolejli kızlar gibi. İnsan ister istemez merak ediyor; acaba o filmlerdeki gibi kabına sığamayan cimcime bir kız mıydı gerçekte de? Anne ve babası boşandıklarında annesiyle kalmayı seçmiş, rahat çalışabilsin  diye de devam mecburiyetinin olmadığı Dil-Tarih Arkeoloji bölümünde okumuş bir süre. Fazla ciddi düşüncelerle girmediği yarışmayı kazanınca da bir anda bir sinema yıldızı oluvermiş.
Aslında Filiz Akın’ın farklılığı Türk sineması için değişik bir fiziğe sahip olmasının yanısıra  onun, o zamanki film standartlarına göre filmlerinde canlandırdığı, kendi özellikleriyle çok kolay uyum sağlayan, tiplemelerle de ortaya çıkar. Kentli bir kolejli kızdır Filiz Akın ilk filmlerinde. Olanca sempatisiyle ve muzipliğiyle maddi açıdan pek bir sıkıntısı olmamış hareketli,cıvıl cıvıl bir genç kızdır çoğu filminde, Hollywood’da daha çok Goldie Hawn fiziğinde  gördüğümüz sarışın, sevimli ve seksi kız rollerinde izleriz onu. Başroldeki erkek oyunculara zorlu anlar yaşatır hep. Özellikle de Cüneyt Arkın ve Ediz Hun ilk dönem filmlerinde az çekmemiştir ondan. Çünkü Filiz Akın duygusal komedilerinde, genellikle sevdiği erkeğin aşkından emin olmak için devamlı onu imtihanlara tabi tutan genç kız tipindedir. Mesela “Kadın Berberi”nde önceleri doktor olduğunu sandığı Ayhan Işık’ın bir kenar mahalle berberi olduğunu öğrenince kendisini de ona yoksul manikürcü kız olarak tanıtır. Aynı şekilde “Gül ve Şeker” filminde de buna benzer bir yöntemi bu kez de hizmetçi olarak Ediz Hun’a uygular. Ama en yaramaz ve en hırçın dönemleriyle herhalde Cüneyt Arkın başetmek zorunda kalmıştır. Mesela “Çıtkırıldım”da kolejli bir yaramaz burjuva kızı olarak, fakir edebiyat hocası Cüneyt Arkın’ı hem sevmiş, hem de bayağı hırpalamıştı. “Cici Gelin”de ise ne tesadüftür ki, yine edebiyat hocası olan kocası Cüneyt Arkın tarafından James Bond’un İstanbul şubesiyle evli olduğuna inandırılmıştı. Ufacık bir kaçamağı örtmek için söylenmiş bu tatlı yalan yüzünden de kocasının başına az çorap örmemişti “Cici Gelin”de.
Bu tip filmlerde zaten konunun fazla bir önemi yoktu. Derinlemesine işlenmeyen karakterlerle oluşturulmuş bu salon komedilerinde ya da melodramlarında birbirine benzeyen konular farklı oyuncularla tekrarlanır olmuş, Yeşilçam da iki tür arasında sıkışıp kalmıştı. Doğal olarak Filiz Akın da, Yeşilçam’ın bir zamanlar mecburen dışına çıkamadığı bu iki türde de örnekler vermiştir hem komedilerde hem de melodramlarda oynayarak. Ama yine de bu tür filmlere kendi enerjisi ve doğallığından gelen bir üslupla; bilmiş, şımarık, yaramaz ama sempatik kolejli kız tiplerinden,  yankesiciliğe; serseri bir çingene kızından, asil ve de zengin hanımlara uzanan bir filmografiye sahip olmuştur. Ama dikkat edilecek olursa onun köylü kızlarını oynadığı filmleri biri ya da ikiyi geçmediği de görülür. Aslında onun  sarışınlığı, estetikli burnu ve bir türlü saklayamadığı o hanımefendi görüntüsü, 1970’li yıllarda moda olmaya başlayan köy filmlerinde de oynamasına engel olmuş biraz da. (Mesela Susuz Yaz’da oynamayı çok istemiş bir zamanlar.)

İlk filmi “Akasyalar Açarken” bir melodramdı. Sonraki yıllarda ise daha çok güldürü filmlerine yönelmiş: Battı Balık, Sahte Nikah, Iki Gemi Yanyana, Cici Gelin, Çıtkırıldım vb... Oysa araya, 1964 yılında, Türk Sinema tarihinde içgöçü ana konu olarak almış ilk filmde oynamayı da sıkıştırmış Filiz Akın: “Gurbet Kuşları” (Halit Refiğ). Daha sonra melodramlar ve komediler arasında gidip gelmiş. Komedilerinde hep o sevimli kız olmuş (Yankesici Kız, Kolejli Kız, Hırsız Kız, Cilveli Kız, Işportacı Kız...); melodramlarında ise görüntüsü ve kişiliğinin verdiği tüm asaletiyle duygusal ve ağırbaşlı genç kadınları oynamış (Fakir Gencin Romanı, Efkarlıyım Abiler, Yarım Kalan Saadet...).
1970’lere gelindiğinde kendisine Altın Portakal kazandıran “Ankara Ekspresi”yle onun kendisini daha da geliştirmeye başladığını görürüz. 1971 yılında Yılmaz Güney ile çevirdiği “Umutsuzlar”, 1972 yılında da Atıf Yılmaz yönetiminde Kadir Inanır ile çevirdiği “Utanç” adlı filmleriyle de oyunculukta nerelere geldiğini açık bir şekilde gösteriyordu.
Sonraları belki de sinema hayatının en verimli dönemlerine gelmişken 1976 yılında çevirdiği pek de önemli olmayan “Babaların Babası”(Natuk Baytan) adlı filmle sinema hayatını bitirdi Filiz Akın. 1989 yılına gelindiğinde ise onu bir televizyon dizisinde görebildik; 1990 yılında yitirdiğimiz yönetmen Okan Uysaler sayesinde: Geçmiş Bahar Mimozaları. O diziyi seyredenler hatırlayacaklardır.Orada seyrettiğimiz Filiz Akın, önceki yıllarda seyrettiğimiz filmlerindeki gibi değildi. Şımarık ve yaramaz yönleri gitmiş asaleti ve soyluluğu daha da ön plana çıkmıştı ve hâlâ ne kadar da güzeldi.
Şimdi artık filmlerdeki aşk da değişti, yaşadıklarımız gibi… Filiz Akın filmlerine televizyonda her rastladığımda çocukluğumuzda gördüğümüz, izlediğimiz ve hayalini kurduğumuz aşkları özlediğimizi düşünürüm hep. Filiz Akın’ın kendinden de çok şey kattığı o fazla naif ama güzelim filmleri, yaşamadığımız ya da yaşayamadığımız ama yaşamak istediğimiz aşkları özletliyor bize hâlâ. Onun 1972’de çevirdiği ve benim en sevdiğim filmlerinden olan “Tatlı Dillim”i ilk seyrettiğimde neler düşündüğümü hatırlıyorum. Herkes hayatı boyunca kendisini tamamlayacak özel birini arar bu dünyada. Bazıları gerçek hayatta bulur aradığını. Çok özenirsiniz böyle insanlara. Bazılarıysa henüz bulamamıştır aradığını ama görmüştür rüyalarında ya da filmlerde. Belki de yıllardır aradığı o insanı görür; perdedeki bir yüz, sıcak bir gülüş sayesinde. 
Filiz Akın ise sonradan benim de dahil olduğum bu tip insanlara hep ilham kaynağı olmuştur. Belki de bu insanlar hayatları boyunca hep kendi Filiz Akın’larını aramışlardır. Kimi bulmuştur, kimi de hep arayacaktır…! 

Not: Bu yazı 1995 yılında Yeni Yüzyıl Gazetesi'nin pazar günleri yayımlanan Cafe Pazar ilavesinde yayınlanmıştır...  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder