1962’den (Dr. No) beri çekilen James Bond filmleri kuşaklar boyunca süren ve hep ilgiyle izlenen filmler oldular. Resmi olarak 24. Bond filmi olan “Spectre”, belki de en çok bu yüzden Meksika’daki Ölüler Bayramı’nda başlıyor.
Evet, “Spectre” ilginç başlıyor doğrusu... Ölüler Günü, meksikalıların
ölen yakınlarını farklı bir şekilde andıkları bir bayram. Herkes sokaklarda şen
şakrak eğleniyor, iskelet kostümleri giyiliyor, her taraf ölümü çağrıştıran
simgelerle dolu. Müzik, alkol, dans gırla gidiyor. Bu bayramı kutlayan insanlar
aslında ölümü de içine alan yaşamı kutsamaktalar. Ölen akraba ve yakınlarını
ağlayarak değil gülümseyerek anıyorlar. Çünkü asıl ölüm unutulunca gerçekleşir...
Müziğiyle, tasarımıyla, plan-sekansıyla şahane bir açılış! |
Sinema tarihinin bu en pahalı Bond filmi olan “Spectre”, her
Bond filminde olduğu gibi iddialı bir aksiyon sekansıyla açılıyor. Meksika
sokaklarındaki Ölüler Günü kutlamalarında yüzlerce kişinin içinde Bond’la
birlikte yürüyen kamera onun heyecanlı suikastını nefes kesen bir gerilim ve
tempoyla aktarıyor bize. 50 yılı aşkın bir zamandır Bond’a duyulan ilgi ve
sevginin hiç eksilmemesine bir nazire sanki bu ölüler günü sekansı. Bu muhteşem
açılışın ardından kapkaranlık sahnelerle yürüyen gelişmeler, Bond’un giderek
yaklaştığı gizli bir teşkilatı işaret ediyor. “Spectre” adlı bu gizli
organizasyonun başında ise Bond’un geçmişinden gelen bir ‘tanıdığı’, Franz
Oberhauser adlı bir adam vardır. Spectre’nin eski bir üyesinin kızı olan
Madeleine Swann’ı koruması altına alan Bond, onunla beraber tüm dünya
istihbaratını ele geçirmeye çalışan bu karanlık örgütü çökertmek için harekete
geçer.
Film o kadar muhteşem bir açılış yapıyor ki sonrası aynı
iddiayı ve beklentiyi sürdüremediği için ufak ufak eriyor sanki. Bond’un
Meksika’da başlayan macerası, İtalya’ya, Avusturya, Fas ve sonunda da Londra sokaklarına kadar
ulaşıyor. Gittiği her yerde büyük ve heyecanlı aksiyon sahneleri var. Ancak
yine de senaryosunda dikiş tutmayan bazı yerlere takılmamak elde değil.
Mesela Daniel Craig’li önceki Bond filmlerinin bütün kötü
adamlarının da üyesi olduklarının anlaşıldığı Spectre adlı bu örgütün tehlikesi
ve hacmi yeterince güçlü çizilemiyor. Yüzlerce katilden ve uluslararası
boyutları olan devasa maddi gücünden bahsedilen bu örgüt, bir süre sonra
Oberhauser ve 15-20 adamına indirgeniyor. Hiç konuşmayan ve iri yarı olmasının
dışında bir işlevi olmayan tetikçisi de eski Bond filmlerinden bildiğimiz başka
bir kötü karakteri anımsatması dışında bir işlev taşımıyor. Üstelik aynı filmde
iki kez ‘kötü adamın kaçması için son anda yetişen helikopter’ klişesi
kullanılmasa iyi olurmuş. Ama hikayenin tek sorunu bunlar değil. Bond’un
“Casino Royale”de Vesper Lynd ile yaşadığı tutkulu aşk ne kadar gerçekçi ve
duygusalsa bu filmde Madeleine ile yaşadığı ilişki o kadar hızlı ve zorlama... Gelgelelim
özellikle ilk bir saat, yani hikayenin derdi tam olarak ortaya serilmeden önce
film o kadar ‘yakışıklı’ ilerliyor ki, her karesi bir sanat eseri sanki. Ancak
sonra özellikle de Madeleine’in hikayeye girişinin ardından bildiğimiz Bond
klişelerine geri dönülüyor... 148 dakikalık bu en uzun Bond filmi süresine
rağmen sıkmıyor ama sürpriz bir final beklentisini de boşa çıkarıyor..
Franz Oberhauser yani nam-ı diğer Blofeld’i özellikle
“Soysuzlar Çetesi”ndeki şahane performansından sonra çok sevdiğimiz Christoph
Waltz’un oynayacağını duyduğumuzda sevinmiş ve beklentimiz artmıştı. Waltz
filmin ilk yarısında gölgeler içinde esrarengiz bir çıkış yapıyor yapmasına ama
görünür olduğunda aynı karizmayı sürdüremiyor. Çünkü senaryoda psikopat olması
dışında herhangi bir detayla zenginleştirilememiş! Bond kızı Léa Seydoux’nun
(Mavi En Sıcak Renktir) farklı güzelliği göz dolduruyor ama senaryo onun karakteri
için de fazla cömert yazılmamış. Beyazperdenin en cazip kadınlarından biri olan
Monica Bellucci ise hiç de iz bırakmayacak bir rolle, beş dakikalık bir sahnede
James Bond’a meze edilmiş adeta, yazık olmuş!
“Spectre”nin Daniel Craig’in son Bond filmi olma ihtimali
var. Açıkçası ilk duyurulduğunda ben dahil pek çok kişi yanlış bir seçim
olabileceğini düşünmüştü. Ancak Craig şanslıymış, iyi yönetmenlerle ve
senaristlerle çalıştı. Onun rol aldığı dört film de (özellikle ‘Casino Royale’)
dramatik yanları eskilerine göre daha güçlü, karakterli filmler oldular. 3/5
Spectre
Yönetmen: Sam
Mendes
Oyuncular: Daniel
Craig, Christoph Waltz, Léa Seydoux, Ralph Fiennes, Ben Whishaw, Monica Bellucci
148 dakika
"GİZLİ DOSYA" (TRUTH): Can yakan
“gerçek”ler...
Dünya yakın tarihine icraatlarıyla pek de hoş olmayan izler
bırakan George W. Bush, hayli şaibeli bir seçimin ardından 2001 yılında başkan
oldu. Bu şaibenin hikayesini anlatan “Oyun” (Recount) adlı filmi, Bush’un özellikle
politik kariyerine odaklanan “W. Bush” adlı Oliver Stone filmini ve başkanlık
döneminde yaptığı icraatlarının sonuçlarını anlatan Michael Moore’un “Fahrenheit 9/11” belgeselini
izlemenizi tavsiye ederim...
Ancak bu filmlerin hiçbiri Bush’un ikinci kez başka
seçildiği dönemi anlatmaz. Orada da değişik olaylar yaşanmış aslında. “Gizli
Dosya” işte bunun hikayesini anlatıyor. Amerikan televizyonlarının köklü haber
programı “60 Dakika”nın yapımcısı tecrübeli gazeteci Mary Mapes’ın tutkusu her
doğru gazetecide olduğu gibi ‘soru sormak’tır. Kurduğu becerikli ekiple Bush’un
gençken 1972’de pilot olarak yaptığı askeri hizmetin detaylarını
araştırmaktadır. Bu araştırmalarının sonucunda elde ettikleri belgeler, Bush’un
ikinci seçim kampanyasında kullanılan ifadelerle uyuşmuyordur. Mapes programın
emektar gazetecisi Dan Rather’la birlikte bu haberi patlatır. Ancak küçücük,
şüpheli bir durum haberin özünün dikkatlerden kaçırılmasına sebep olur.
Başkanın bürokratları ve yandaş medya, ödüllü ve saygın gazeteciler olan Mapes
ve Rather’a itibar suikastleri düzenlemeye başlarlar. Bu hikayenin sonu
ülkemizde de sık sık tanık olduğumuz şekilde bitecektir maalesef...
Sistemin ne kadar hileli olduğu çok açık. Demokrasinin bu
topraklardan çok daha iyi işlediğini iddia eden ABD’de bile sistem hile üzerine
kurulu. Bazen ne yaparsan yap ‘gerçek’in toplum ve sistem üzerinde yaratması
gereken etki, onu canı pahasına arayıp bulanların düşündükleri kadar olamıyor.
Halkın ‘gerçeği’ öğrenmesi için varolan medya, bazen gerçeğin çürütülmesi için
gayret gösteren bir aygıt olarak da kullanılabiliyor, sistem ve hakim
iktidarlar tarafından. “Gizli Dosya” bunun ve Mary Mapes ve Dan Rather gibi
dürüst gazetecilerin filmi. Onlar kaybetmiş gibi görünseler de ‘gerçek’in
peşinde koşmuş, cesur ve doğru insanlar...
Hollywood’un sol kanadından gelmiş bir film bu. Aynı ekolden
bir “Şebeke” (Network) ya da daha yakın tarihli “Köstebek” (Insider) gibi
klasik Amerikan filmleri kadar güçlü bir sineması yok belki “Gizli Dosya”nın.
Ama meselesi çok gerçek ve toplumların neden basın özgürlüğünün üzerine
titremesi gerektiğini anlatması açısından da çok önemli. Çünkü her zaman
birileri gerçeklerin bilinmesine engel olmak isteyecektir!
Genç senarist James Vanderbilt’in senaryosu iyi ve
incelikli. Ancak yönetmen olarak bu ilk filminde güçlü bir performans
gösterememiş kendisi. Filmin görsel bir ağırlığı yok maalesef. Aklımızda kalan
bir sahne, tansiyonu yükselten bir mizansen ya da estetik duygularımıza hitap
eden sahneleri yok filmin. Ama yine olağanüstü bir Cate Blanchett’i var. Oyuncu
güçlü, inatçı ama aynı zamanda kırılgan Mary Mapes’i ‘Oscarlık’ bir
performansla canlandırıyor. Çok yaşlanmış olmasına rağmen hâlâ son derece aktif
bir oyuncu olan Robert Redford da keyif veriyor...
Özellikle Türk medyasında çalışan herkesin mutlaka görmesi
gereken, cesur bir film “Gizli Dosya”. Keşke bizde de yapılabilse benzer
filmler... 3,5 /5
Gizli Dosya
Truth
Yönetmen: James
Vanderbilt
Oyuncular: Cate
Blanchett, Robert Redford, Dennis Quaid, Topher Grace, Elisabeth Moss, Bruce Greenwood, Stacy Keach
121 dakika
"ABLUKA": Türkiye’nin cinnet hali
İlk filmi “Tepenin Ardı” ile dikkat çekici bir çıkış
yakalayan ve küçük bir taşra hikayesi anlatıyormuş gibi yapıp bir Türkiye
alegorisi çıkartmayı başaran genç yönetmen Emin Alper, yeni filmi “Abluka”da da
aslında bugünün Türkiye’sinin hatta tam da 1 Kasım öncesi cinnet halinin fotoğrafını
çekiyor sanki, o günlerden çok önce çekilmiş olmasına rağmen...
Film tam belirtilmeyen bir zamanda, polisin içerde terörist
aramak için abluka altına aldığı, İstanbul’un bir semtinde geçiyor. Birbirlerinden
yıllardır kopmuş olan üç erkek kardeşin yolu bu semtte aynı günlerde kesişiyor
aslında. Kardeşlerden en büyüğü Kadir 20 yıldır yattığı hapishaneden çıkıp
küçük kardeşi Ahmet’in yanına geliyor. Ancak semte girmeden önce istihbarat
tarafından içerden bilgi toplaması için görevlendiriliyor. Ahmet belediye için
sokak köpeklerini öldüren bir ekibin başındadır. Bir gün öldüremeyip de
yaraladığı bir köpeğe merhamet edip onu evine almaya karar verir. Kadir de
terörist olduğundan emin olduğu genç bir kadına yardım etmek konusunda tereddüt
içindedir. Ortanca kardeş ise kayıptır, istihbarat onun teröristler arasında
etkili biri olduğunu düşünmektedir...
Bu üç kardeşin hali maalesef bu toplumda her biri bir yana dağılmış
ve ayrıştırılmış halkları simgeliyor. Kadir de Ahmet de kendi paranoyaları
içinde kaybolmaya giden, devlet tarafından abluka içinde bırakılmış
karakterler. Senarist/yönetmenin çok derinlerine inmediği ama genel hatlarıyla
iyi düşünerek oluşturduğu bu karakterleri ortasına bıraktığı mahalle ise Türk
sinemasında örneği çok görülmeyen müthiş bir görsel çalışmanın ürünü şüphesiz.
Filmin atmosferi, ses ve görüntü tasarımı bu kimlikte bir film için kusursuz
denebilecek düzeyde. “Abluka” kimi zaman bir politik gerilime kimi zaman da daha
bireysel, paranoyak bir psikolojik gerilim hikayeye dönüşüyor. Sinemamızda çok
fazla denenmeyen türde olan film, Cronenberg ya da Polanski gibi yabancı usta
yönetmenlerin filmlerini de andırıyor.
Filmin ana karakterlerini canlandıran Mehmet Özgür (Kadir),
Berkay Ateş (Ahmet) ve Meral rolünde Tülin Özer etkili oyunculuk
performanslarıyla filmi daha da yükseltiyorlar.
“Abluka”nın en büyük dezavantajı sinema seyircisine fazla
mesafeli bir film oluşu. Halbuki anlatılan tümüyle bizim ‘gerçek’ hikayemiz. Keşke
Alper, seyirciye hikayesini bu kadar sembolik anlatıma boğmadan, bu kadar da
‘örtük’ anlatmasaymış. Daha çok seyirci gelse, daha çok izlense ve konuşulsa... 3,5 / 5
Abluka
Yönetmen: Emin
Alper
Oyuncular: Mehmet
Özgür, Berkay Ateş, Tülin Özer
119 dakika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder