Yüreklere dokunan bir
film: "Yüzündeki Sır"
Alman sinemasının son yıllarda en dikkat çeken yönetmeni
Christian Petzold’un gözde oyuncusu Nina Hoss’la çektiği altıncı film olan
“Yüzündeki Sır” yüreklerimize dokunan zarif bir dram...
II. Dünya savaşından hemen sonra Berlin... Alman toplama
kamplarında esir olarak yaşamış ve büyük işkenceler görmüş bir kadın olan
Nelly, canını zor kurtarabilmiştir. Bir arkadaşı sayesinde Berlin’e geri döner.
Yüzü sargılar içindedir. Bir estetik cerrahı onun yüzünü tekrar inşa eder adeta
ve eski haline yakın bir hale getirmeyi başarır. Savaştan önceki hayatında
Phoenix isimli bir barda şarkıcılık yapıyordur Nelly ve Johnny adlı bir adamla
evlidir. Nelly iyileşir iyileşmez bombardımanlar sonucu artık tanınmaz hale
gelen mahallesine geri döner. Ama asıl amacı yıllardır kendisinden haber
alamadığı ve çok sevdiği kocasını bulmaktır.
Nelly eskiden çalıştığı bara gider ve Johnny’i orada bulur.
Johnny karısının öldüğünü düşünmektedir, ama Nelly onun kendisini görür görmez
tanıyacağını düşünüyordur. Fakat Johnny, Nelly’i tanımaz. Yine de Johnny’nin
karısına benzeyen başka bir kadın olduğunu düşündüğü Nelly’e bir teklifi vardır
ve bu teklif Nelly’i kocasına dair daha önce hiç düşünmediği şüphelere
sürükler. Acaba Johnny kendisine aşık mıydı gerçekten? Yoksa onu kullanan fırsatçı bir
adam mıydı?
Filmin orijinal adı “Phoenix” yani ‘anka kuşu’. Anka kuşu
çeşitli mitolojilerde ölümden dönen, kendi küllerinden yeniden doğan bir
canlıdır. Nelly’nin çalıştığı barın isminin "Phoenix" olması şüphesiz Nelly’nin bizatihi kendisine
yapılan bir göndermedir. Nelly’nin dönüşü aslında yepyeni bir uyanıştan
ibarettir...
“Yüzündeki Sır” gibi filmleri izleyince Türkiye sinemasında
yıllardır göremediğimiz şeyin ne olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz: zarafet.
Petzold’un filmi çok zarif, ince ince oya gibi işlenmiş bir film. Nelly’nin
dramını hiç sömürmeden, ağdalı bir hale getirmeden yavaş yavaş işliyor. Petzold, sinema
için çok anlamlı bir yüze sahip olan Alman aktris Nina Hoss’un bu özelliğinden,
en az önceki filmi “Barbara”daki gibi yine o kadar güç alıyor ki,
belki de başka bir oyuncuyla aynı başarı yakalanamazdı.
Bu küçük hikaye bir sinema filmi için yeterli görünmeyebilir izlemeye başlayınca. Ama yönetmen Petzold, bir sinema filmi için kısa gibi duran ve kimi izleyicilerini ikna etmek konusunda biraz da zayıf kalabilecek bu hikayeyi o kadar zarifçe anlatıyor ki kapılıp gidiyorsunuz. Özellikle sözlere hiç dökülmeden, yüreklere dokunan incelikteki finali, ‘işte sinema bu’ dedirtecek cinsten... (4/5)
Bu küçük hikaye bir sinema filmi için yeterli görünmeyebilir izlemeye başlayınca. Ama yönetmen Petzold, bir sinema filmi için kısa gibi duran ve kimi izleyicilerini ikna etmek konusunda biraz da zayıf kalabilecek bu hikayeyi o kadar zarifçe anlatıyor ki kapılıp gidiyorsunuz. Özellikle sözlere hiç dökülmeden, yüreklere dokunan incelikteki finali, ‘işte sinema bu’ dedirtecek cinsten... (4/5)
Yüzündeki Sır
Phoenix
Phoenix
Yönetmen:
Christian Petzold
Oyuncular: Nina
Hoss, Ronald Zehrfeld, Nina Kunzendorf, Michael Maertens
98 dakika
İlk filmin altında kalmış: "Ayı Teddy 2"
2012 yapımı ilk “Ayı Teddy” filminde, John adlı bir çocuk
ailesinin kendisine hediye ettiği oyuncak ayıyı o kadar çok seviyordu ki bir
gün onun canlanıp kendisiyle konuşmasını diliyordu. Bu dileği yerine de
geliyor. Konuşan oyuncak ayı Ted ile birlikte büyüyor John. John büyüdükçe
Ted de büyüyor işin güzel kısmı. Ted’deki büyüme tabi ki fiziksel değil, kafaca
büyüyor. Zaten hikayenin en büyük komedisi de buradan çıkıyordu. Ted
‘yaramaz bir çocuk’ özelliği taşıyan yetişkin bir beyine sahip olan konuşan bir
peluş ayı olarak John’un hayatından çıkmıyor hiç... Karşılıklı bir bağımlılık
yaşıyorlar. Bir oyuncağın kişilik kazanıp konuşabilme yeteneğiyle insanların
önüne çıkıvermesinin yarattığı şaşkınlığı çok çabuk, komik ve kısa yoldan
aşıyordu senaryo. Çünkü filmin asıl derdi oyuncak ayının konuşabiliyor olması
değildi! Büyümeyi reddeden bir yetişkin olan John’un daha yetişkin bir adamla
evlenmek isteyen nişanlısıyla bir orta yol bulma hikayesiydi ve tabi ki zeki
ama utanmaz bir mizahı vardı filmin.
İkinci film ilk filmin bu ‘anlamlı’ taraflarını tümüyle yok
ediyor. John’un evlenme hazırlığı yaptığı Lori’den ayrıldığı bilgisiyle, buna
karşılık Ted’in Tami adlı bir kızla evlenmesiyle başlıyor film. Daha en baştan
ilk filmin tersi yönüne gitmeyi seçiyor yani... Ted’in evliliği bir yıl sonra
bir krize giriyor haliyle (!) ve çift bir çocuk sahibi olmak istiyor.
Olamayacakları aşikardır tabi ki çünkü Ted’in ‘pipisi’ yoktur! Evlat edinmek
isterler ama bu da Ted’in ABD kanunlarına göre bir ‘birey’ olup olmadığı
tartışmasını başlatır. İki arkadaş bu sefer bir hak hukuk mücadelesi içinde
bulurlar kendilerini..
Bu hikayeden de çok büyük bir komedi çıkması beklenemez
doğrusu. Bundan dolayı filmin yaratıcı / yönetmeni hırçın bir edepsizlik içine
giriyor ve oralardan komedi çıkarmaya çalışıyor. Kahramanlarımız sürekli ot içmenin
peşindeler. Herkesle ve her durumla alay ediyorlar. İlk filmde Lori’nin temsil
ettiği yetişkin kafasından uzak durmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Tutucu bir pencereden bakmayarak değerlendirsek de Ted ve John’un koşu yapan
insanlara elma fırlatması, komedi kulübünde sahneye çıkan amatör komedyenlerle
alay etmeleri, kadınlara karşı aşırı cinsiyetçi espriler yapmaları ve sürekli
kafa çekmekle meşgul olmaları zeki bir mizahtan çok şişkin bir egoya götürüyor
bizi. Bol bol filmlerden bahsetmeleri, gönderme yapmaları da çok zekice
kurgulanamamış. Buna karşılık birkaç eğlenceli durum da yok değil. Mesela
özellikle çizgi roman ve bilim-kurgu fanatiklerinin sevdikleri kahramanların
kostümleriyle katılım gösterdikleri Comic-con fuarındaki sahneler hayli
eğlenceli ama ilk filmdeki çılgın parti sahnelerinin düzeyine yaklaşamıyor
bile.
“Ayı Teddy 2”de esas kızı rolünde Amanda Seyfried’i
izliyoruz. Güzel oyuncuyla ilgili yapılan Gollum esprisi filmin en komik
esprilerinden biri. (2,5 / 5)
Ayı Teddy 2
Ted 2
Yönetmen: Seth
MacFarlane
Oyuncular: Mark
Wahlberg, Seth MacFarlane (ses), Amanda Seyfried, Jessica Barth, Giovanni Ribisi, Morgan Freeman
115 dakika
En şiddetli yıl: "A Most Violent Year"
Yönetmen J. C. Chandor’un üçüncü filmi “A Most Violent Year”
önceki filmleri gibi oldukça güçlü bir sinema eseri. “Oyunun Sonu” (Margin
Call) ve “Sona Doğru” (All is Lost) filmlerinden tanıdığımız yönetmen, yeni
filminde 1981 yılının New York’una götürüyor bizi. 1981 yılı ABD’nin en sağcı
başkanlarından biri olan Ronald Reagan’ın başkanlığının ilk senesidir. 1980’lere damgasını vuran liderlerden biri olan Reagan’ın başkanlık dönemi Vietnam
sonrası yaşanan özgüven hasarının tedavi edildiği bir dönemdi. Bu nedenle
‘soğuk savaş’ tanımı altında büyük casusluk faaliyetleri yapıldı ve George Lucas’ın
filminden alınan ‘yıldız savaşları’ adıyla fiyakalı uzay projeleri geliştirildi. Ortadoğu’ya
büyük müdahaleler ilk kez bu dönemlerde yapılmaya başlandı. Latin Amerika’yı
zaten karıştırıyorlardı... Reagan’ın ABD’yi tekrar yüceltme planı dünyaya biraz
pahalıya patlıyordu yani...
İçeride ise deli gibi bir kapitalizm savaşı vardı. Şirketler
birbirlerinin üstüne basa basa büyümeye çalışıyorlardı. 1981 bütün bunların en
şiddetlenmeye başladığı zamanlardı. 1981 yılı Latin Amerika
asıllı bir girişimci olan Abel’ın karısı Anna’yla beraber işlerini büyütmenin
yollarını aradığı bir yıldır aynı zamanda. Abel karısının eski mafya
patronlarından biri olan babasından devraldığı küçük yakıt şirketini büyütmeye
kararlıdır. Namusuyla ve kurallara bağlı bir şekilde işini yapmaya çalışırken
yakıt taşıyan kamyonları sürekli soyulur ya da saldırıya uğrar. Rakip şirketler
Abel’a bir türlü huzur vermezler. Sürekli saldırı ve tehdit altındadırlar. Abel
neredeyse tek başına bir çıkış yolu arayıp durur. Şirketin saldırıya uğrayan
kamyon şoförlerinden birisi, Abel ve karısının kaderini etkileyecektir...
Yönetmen Chandor, sanki bir zaman makinesi bulmuş ve 1981
yılına gidip bu filmi çekip geri dönmüş! Film sanat tasarımı, renkleri, ışık ve
gölge kullanımları, müziğiyle kısacası her şeyiyle o yıla ait gibi. Yavaş yavaş
pişen bir gerilimi var hikayenin. Film boyunca içinizden geçen bütün tahminleri
boşa çıkartacak bir şekilde yol alıyor hikaye. Vahşi kapitalizmin ve mafya düzeninin işini temiz ve dürüst yapmaya çalışan kişileri nasıl da kendi gibi olmaya zorladığını oldukça ölçülü ve zarif bir biçimde anlatıyor film.
Abel’ı canlandıran Oscar Isaac’in 70’lerin Hollywood filmlerinden fırlamış gibi bir performansı var. O filmlere aşina olanlar oyuncunun o yılların Al Pacino’sunu andırdığını düşünebilirler. Jessica Chastain’in de Isaac’e desteği birinci sınıf... Yılların oyuncusu Albert Brooks ise kendisini aşan bir performans göstermiş doğrusu bunca yıl sonra...
Abel’ı canlandıran Oscar Isaac’in 70’lerin Hollywood filmlerinden fırlamış gibi bir performansı var. O filmlere aşina olanlar oyuncunun o yılların Al Pacino’sunu andırdığını düşünebilirler. Jessica Chastain’in de Isaac’e desteği birinci sınıf... Yılların oyuncusu Albert Brooks ise kendisini aşan bir performans göstermiş doğrusu bunca yıl sonra...
Aksiyona yaslanmaktan ziyade, karakterlerin iç dünyalarına
daha çok yaklaşan, yavaş yavaş gelişen ve çok iyi çekilmiş güçlü dramlar
ilginizi çekiyorsa “A Most Violent Year” tam böyle bir film... (4/5)
A Most Violent Year
Yönetmen: J. C.
Chandor
Oyuncular: Oscar
Isaac, Jessica Chastain, David Oyelowo, Albert Brooks, Elyes Gabel
125 dakika
Çölde insan avı: "Tehlikeli Oyun"
Uzun zamandır bir filmde izlemediğimiz Michael Douglas
yıllar önce kendisine Oscar getiren “Borsa” (Wall Street) filmindeki gibi bir
karakterle karşımıza çıkıyor. Ama bir farkla, bu sefer elinde silah var!Çok
zengin, züppe ve çok paranın verdiği küstahlıkla çıkıyor Ben’in karşısına. Ben, çölde avlanmak için gelenlere rehberlik yapan iyi huylu bir genç. Zaten
kız arkadaşı üniversiteye gitmek için ondan ayrılmış diye üzgün. Bir de Madec
adlı bu zengin adamın son model aracıyla ve çok fiyakalı tüfeğiyle yaban koyunu
avlaması için onunla çöle çıkmak zorunda. Ancak Madec silahını ateşlemek
konusunda çok sabırsızdır. Nitekim ilk gördüğü gölgeye ateş eder. Ama vurduğu
bir insandır. Bundan sonrası başka bir av partisine dönüşür. Ben ve Madec
arasında geçen ölümcül bir av partisi...
Aslında daha en başta biraz topal başlıyor film ama kimi yapaylıklara çok
takılmayıp yine de kendinizi kaptırabilmeniz mümkün bir yere kadar. Ben kaçıyor Madec
kovalıyor son teknolojili aletler eşliğinde. Ama Madec Ben’i vurmak istemiyor,
sıcaktan ölsün istiyor. Fakat film ilerledikçe mantık hataları, klişeler
artıyor. Ben’in zekası bir yerden sonra insanüstü bir kahramana dönüştürüyor
onu. Film hiçbir şekilde güçlü bir sınıfsal hesaplaşmaya ya da herhangi başka bir
katmana ulaşamıyor. Bomboş bir gerilim filmi olarak başlayıp bitiyor maalesef.
Finalde de öyle klişe ve öyle gereksiz bir karşılaşma yaşıyor ki iki adam, ‘bu
kadarı da pes’ dedirtiyorlar artık... (2/5)
Tehlikeli Oyun
Beyond The Reach
Yönetmen: Jean
Baptiste Leonetti
Oyuncular:
Michael Douglas, Jeremy Irvine, Hanna Mangan Lawrence, Ronny Cox
91 dakika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder