Eleştirmenin Not Defteri

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Haftanın filmlerinden seçmeler (10 Temmuz)

Yüreklere dokunan bir film: "Yüzündeki Sır"

Alman sinemasının son yıllarda en dikkat çeken yönetmeni Christian Petzold’un gözde oyuncusu Nina Hoss’la çektiği altıncı film olan “Yüzündeki Sır” yüreklerimize dokunan zarif bir dram...
II. Dünya savaşından hemen sonra Berlin... Alman toplama kamplarında esir olarak yaşamış ve büyük işkenceler görmüş bir kadın olan Nelly, canını zor kurtarabilmiştir. Bir arkadaşı sayesinde Berlin’e geri döner. Yüzü sargılar içindedir. Bir estetik cerrahı onun yüzünü tekrar inşa eder adeta ve eski haline yakın bir hale getirmeyi başarır. Savaştan önceki hayatında Phoenix isimli bir barda şarkıcılık yapıyordur Nelly ve Johnny adlı bir adamla evlidir. Nelly iyileşir iyileşmez bombardımanlar sonucu artık tanınmaz hale gelen mahallesine geri döner. Ama asıl amacı yıllardır kendisinden haber alamadığı ve çok sevdiği kocasını bulmaktır.
Nelly eskiden çalıştığı bara gider ve Johnny’i orada bulur. Johnny karısının öldüğünü düşünmektedir, ama Nelly onun kendisini görür görmez tanıyacağını düşünüyordur. Fakat Johnny, Nelly’i tanımaz. Yine de Johnny’nin karısına benzeyen başka bir kadın olduğunu düşündüğü Nelly’e bir teklifi vardır ve bu teklif Nelly’i kocasına dair daha önce hiç düşünmediği şüphelere sürükler. Acaba Johnny kendisine aşık mıydı gerçekten? Yoksa onu kullanan fırsatçı bir adam mıydı?
Filmin orijinal adı “Phoenix” yani ‘anka kuşu’. Anka kuşu çeşitli mitolojilerde ölümden dönen, kendi küllerinden yeniden doğan bir canlıdır. Nelly’nin çalıştığı barın isminin "Phoenix" olması şüphesiz Nelly’nin bizatihi kendisine yapılan bir göndermedir. Nelly’nin dönüşü aslında yepyeni bir uyanıştan ibarettir...  
“Yüzündeki Sır” gibi filmleri izleyince Türkiye sinemasında yıllardır göremediğimiz şeyin ne olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz: zarafet. Petzold’un filmi çok zarif, ince ince oya gibi işlenmiş bir film. Nelly’nin dramını hiç sömürmeden, ağdalı bir hale getirmeden yavaş yavaş işliyor. Petzold, sinema için çok anlamlı bir yüze sahip olan Alman aktris Nina Hoss’un bu özelliğinden, en az önceki filmi “Barbara”daki gibi yine o kadar güç alıyor ki, belki de başka bir oyuncuyla aynı başarı yakalanamazdı.
Bu küçük hikaye bir sinema filmi için yeterli görünmeyebilir izlemeye başlayınca. Ama yönetmen Petzold, bir sinema filmi için kısa gibi duran ve kimi izleyicilerini ikna etmek konusunda biraz da zayıf kalabilecek bu hikayeyi o kadar zarifçe anlatıyor ki kapılıp gidiyorsunuz. Özellikle sözlere hiç dökülmeden, yüreklere dokunan incelikteki finali, ‘işte sinema bu’ dedirtecek cinsten... (4/5)

Yüzündeki Sır
Phoenix
Yönetmen: Christian Petzold
Oyuncular: Nina Hoss, Ronald Zehrfeld, Nina Kunzendorf, Michael Maertens
98 dakika







İlk filmin altında kalmış: "Ayı Teddy 2"

2012 yapımı ilk “Ayı Teddy” filminde, John adlı bir çocuk ailesinin kendisine hediye ettiği oyuncak ayıyı o kadar çok seviyordu ki bir gün onun canlanıp kendisiyle konuşmasını diliyordu. Bu dileği yerine de geliyor. Konuşan oyuncak ayı Ted ile birlikte büyüyor John. John büyüdükçe Ted de büyüyor işin güzel kısmı. Ted’deki büyüme tabi ki fiziksel değil, kafaca büyüyor. Zaten hikayenin en büyük komedisi de buradan çıkıyordu. Ted ‘yaramaz bir çocuk’ özelliği taşıyan yetişkin bir beyine sahip olan konuşan bir peluş ayı olarak John’un hayatından çıkmıyor hiç... Karşılıklı bir bağımlılık yaşıyorlar. Bir oyuncağın kişilik kazanıp konuşabilme yeteneğiyle insanların önüne çıkıvermesinin yarattığı şaşkınlığı çok çabuk, komik ve kısa yoldan aşıyordu senaryo. Çünkü filmin asıl derdi oyuncak ayının konuşabiliyor olması değildi! Büyümeyi reddeden bir yetişkin olan John’un daha yetişkin bir adamla evlenmek isteyen nişanlısıyla bir orta yol bulma hikayesiydi ve tabi ki zeki ama utanmaz bir mizahı vardı filmin.
İkinci film ilk filmin bu ‘anlamlı’ taraflarını tümüyle yok ediyor. John’un evlenme hazırlığı yaptığı Lori’den ayrıldığı bilgisiyle, buna karşılık Ted’in Tami adlı bir kızla evlenmesiyle başlıyor film. Daha en baştan ilk filmin tersi yönüne gitmeyi seçiyor yani... Ted’in evliliği bir yıl sonra bir krize giriyor haliyle (!) ve çift bir çocuk sahibi olmak istiyor. Olamayacakları aşikardır tabi ki çünkü Ted’in ‘pipisi’ yoktur! Evlat edinmek isterler ama bu da Ted’in ABD kanunlarına göre bir ‘birey’ olup olmadığı tartışmasını başlatır. İki arkadaş bu sefer bir hak hukuk mücadelesi içinde bulurlar kendilerini..
Bu hikayeden de çok büyük bir komedi çıkması beklenemez doğrusu. Bundan dolayı filmin yaratıcı / yönetmeni hırçın bir edepsizlik içine giriyor ve oralardan komedi çıkarmaya çalışıyor. Kahramanlarımız sürekli ot içmenin peşindeler. Herkesle ve her durumla alay ediyorlar. İlk filmde Lori’nin temsil ettiği yetişkin kafasından uzak durmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Tutucu bir pencereden bakmayarak değerlendirsek de Ted ve John’un koşu yapan insanlara elma fırlatması, komedi kulübünde sahneye çıkan amatör komedyenlerle alay etmeleri, kadınlara karşı aşırı cinsiyetçi espriler yapmaları ve sürekli kafa çekmekle meşgul olmaları zeki bir mizahtan çok şişkin bir egoya götürüyor bizi. Bol bol filmlerden bahsetmeleri, gönderme yapmaları da çok zekice kurgulanamamış. Buna karşılık birkaç eğlenceli durum da yok değil. Mesela özellikle çizgi roman ve bilim-kurgu fanatiklerinin sevdikleri kahramanların kostümleriyle katılım gösterdikleri Comic-con fuarındaki sahneler hayli eğlenceli ama ilk filmdeki çılgın parti sahnelerinin düzeyine yaklaşamıyor bile.
“Ayı Teddy 2”de esas kızı rolünde Amanda Seyfried’i izliyoruz. Güzel oyuncuyla ilgili yapılan Gollum esprisi filmin en komik esprilerinden biri. (2,5 / 5)

Ayı Teddy 2
Ted 2
Yönetmen: Seth MacFarlane
Oyuncular: Mark Wahlberg, Seth MacFarlane (ses), Amanda Seyfried, Jessica Barth, Giovanni Ribisi, Morgan Freeman
115 dakika







En şiddetli yıl: "A Most Violent Year" 

Yönetmen J. C. Chandor’un üçüncü filmi “A Most Violent Year” önceki filmleri gibi oldukça güçlü bir sinema eseri. “Oyunun Sonu” (Margin Call) ve “Sona Doğru” (All is Lost) filmlerinden tanıdığımız yönetmen, yeni filminde 1981 yılının New York’una götürüyor bizi. 1981 yılı ABD’nin en sağcı başkanlarından biri olan Ronald Reagan’ın başkanlığının ilk senesidir. 1980’lere damgasını vuran liderlerden biri olan Reagan’ın başkanlık dönemi Vietnam sonrası yaşanan özgüven hasarının tedavi edildiği bir dönemdi. Bu nedenle ‘soğuk savaş’ tanımı altında büyük casusluk faaliyetleri yapıldı ve George Lucas’ın filminden alınan ‘yıldız savaşları’ adıyla fiyakalı uzay projeleri geliştirildi. Ortadoğu’ya büyük müdahaleler ilk kez bu dönemlerde yapılmaya başlandı. Latin Amerika’yı zaten karıştırıyorlardı... Reagan’ın ABD’yi tekrar yüceltme planı dünyaya biraz pahalıya patlıyordu yani...
İçeride ise deli gibi bir kapitalizm savaşı vardı. Şirketler birbirlerinin üstüne basa basa büyümeye çalışıyorlardı. 1981 bütün bunların en şiddetlenmeye başladığı zamanlardı. 1981 yılı Latin Amerika asıllı bir girişimci olan Abel’ın karısı Anna’yla beraber işlerini büyütmenin yollarını aradığı bir yıldır aynı zamanda. Abel karısının eski mafya patronlarından biri olan babasından devraldığı küçük yakıt şirketini büyütmeye kararlıdır. Namusuyla ve kurallara bağlı bir şekilde işini yapmaya çalışırken yakıt taşıyan kamyonları sürekli soyulur ya da saldırıya uğrar. Rakip şirketler Abel’a bir türlü huzur vermezler. Sürekli saldırı ve tehdit altındadırlar. Abel neredeyse tek başına bir çıkış yolu arayıp durur. Şirketin saldırıya uğrayan kamyon şoförlerinden birisi, Abel ve karısının kaderini etkileyecektir...
Yönetmen Chandor, sanki bir zaman makinesi bulmuş ve 1981 yılına gidip bu filmi çekip geri dönmüş! Film sanat tasarımı, renkleri, ışık ve gölge kullanımları, müziğiyle kısacası her şeyiyle o yıla ait gibi. Yavaş yavaş pişen bir gerilimi var hikayenin. Film boyunca içinizden geçen bütün tahminleri boşa çıkartacak bir şekilde yol alıyor hikaye. Vahşi kapitalizmin ve mafya düzeninin işini temiz ve dürüst yapmaya çalışan kişileri nasıl da kendi gibi olmaya zorladığını oldukça ölçülü ve zarif bir biçimde anlatıyor film.
Abel’ı canlandıran Oscar Isaac’in 70’lerin Hollywood filmlerinden fırlamış gibi bir performansı var. O filmlere aşina olanlar oyuncunun o yılların Al Pacino’sunu andırdığını düşünebilirler. Jessica Chastain’in de Isaac’e desteği birinci sınıf... Yılların oyuncusu Albert Brooks ise kendisini aşan bir performans göstermiş doğrusu bunca yıl sonra... 
Aksiyona yaslanmaktan ziyade, karakterlerin iç dünyalarına daha çok yaklaşan, yavaş yavaş gelişen ve çok iyi çekilmiş güçlü dramlar ilginizi çekiyorsa “A Most Violent Year” tam böyle bir film... (4/5)

A Most Violent Year
Yönetmen: J. C. Chandor
Oyuncular: Oscar Isaac, Jessica Chastain, David Oyelowo, Albert Brooks, Elyes Gabel
125 dakika








Çölde insan avı: "Tehlikeli Oyun"

Uzun zamandır bir filmde izlemediğimiz Michael Douglas yıllar önce kendisine Oscar getiren “Borsa” (Wall Street) filmindeki gibi bir karakterle karşımıza çıkıyor. Ama bir farkla, bu sefer elinde silah var!Çok zengin, züppe ve çok paranın verdiği küstahlıkla çıkıyor Ben’in karşısına. Ben, çölde avlanmak için gelenlere rehberlik yapan iyi huylu bir genç. Zaten kız arkadaşı üniversiteye gitmek için ondan ayrılmış diye üzgün. Bir de Madec adlı bu zengin adamın son model aracıyla ve çok fiyakalı tüfeğiyle yaban koyunu avlaması için onunla çöle çıkmak zorunda. Ancak Madec silahını ateşlemek konusunda çok sabırsızdır. Nitekim ilk gördüğü gölgeye ateş eder. Ama vurduğu bir insandır. Bundan sonrası başka bir av partisine dönüşür. Ben ve Madec arasında geçen ölümcül bir av partisi...
Aslında daha en başta biraz topal başlıyor film ama kimi yapaylıklara çok takılmayıp yine de kendinizi kaptırabilmeniz mümkün bir yere kadar. Ben kaçıyor Madec kovalıyor son teknolojili aletler eşliğinde. Ama Madec Ben’i vurmak istemiyor, sıcaktan ölsün istiyor. Fakat film ilerledikçe mantık hataları, klişeler artıyor. Ben’in zekası bir yerden sonra insanüstü bir kahramana dönüştürüyor onu. Film hiçbir şekilde güçlü bir sınıfsal hesaplaşmaya ya da herhangi başka bir katmana ulaşamıyor. Bomboş bir gerilim filmi olarak başlayıp bitiyor maalesef. Finalde de öyle klişe ve öyle gereksiz bir karşılaşma yaşıyor ki iki adam, ‘bu kadarı da pes’ dedirtiyorlar artık... (2/5)

Tehlikeli Oyun
Beyond The Reach
Yönetmen: Jean Baptiste Leonetti
Oyuncular: Michael Douglas, Jeremy Irvine, Hanna Mangan Lawrence, Ronny Cox
91 dakika




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder