Eleştirmenin Not Defteri

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Film eleştirisi: MUHTEŞEM GATSBY (The Great Gasby)



F. Scott Fitzgerald’ın romanı yer yer okuyucuyu hikayenin ana omurgasından ayıran, fazla hayalperest, kimi zaman da müphem bir üslupla yazılmış bir metin... Bu biraz da hikayenin anlatıcısı konumundaki genç yazar Nick Carraway’in Fitzgerald tarafından çizilmiş hayalperest karakterinden ileri geliyor... Bu yüzden, Amerikan edebiyatının en iyi yazılmış romanlarından biri olarak kabul edilen “Muhteşem Gatsby”, defalarca senaryolaştırılmış olsa da sinemadaki karşılığını vermenin pek de kolay olmayacağı bir metin. Yine de 1974 yapımı Jack Clayton filminde Robert Redford’uyla, Mia Farrow’uyla ve Francis Ford Coppola’nın duygusal senaryosuyla en azından “bir zamanlar fakir bir delikanlı olan” Gatsby’nin muhteşem dönüşünün ‘aşk’lı kısmı melankolik bir tonla anlatılabilmişti. 

Buchanan’ların zenginliği ve Gatsby’nin zenginliği arasında insani bir fark var.... 
Gatsby’nin meşum yollardan elde ettiği varlıkları bir düşün peşinde koşmak adına harcadığı zenginlikle Buchanan’ların küstah, bencil ve de kaypak zenginliklerinin çatışmasını esere en yakın bir biçimde sunan film, Luhrman’ın bu önümüzdeki filmi aslında... Ama bunun ciddi bir başarıya dönüşmesini engelleyen bazı ‘fazlalıklar’ var bu filmde..  Buna karşılık Clayton’ın filmiyle neredeyse birebir aynı diyalogların kullanıldığı sahnelere karşılık, ‘aşırı sıcak bir yaz’ detayından feragat edilmiş. 
"Muhteşem Gatsby"nin Luhrmann uyarlamasında, farklı ve incelikli bir film müziği anlayışı, başarılmış bir sanat tasarımı (tamamı Avustralya'da çekilmiş bir 1920'ler New York'u (!), Fitzgerald'ın metnine saygılı ve de zenginleştirici bir görsellikle yazılmış bir senaryo (kitabı okuyanlar filmden daha çok zevk alacaktır) var... Ama Luhrmann'ın yönetmenlik tarzı kimi zaman trajedinin boyutlarını daraltıp boğuyor.... Birçok Luhrmann filminde başarılmış olan şey bu filmde tam olarak başarılamıyor. Biçim, içeriğin fazla önüne geçiyor... Hızlı giden lüks arabalar, çok kalabalık parti sekansları, New York inşaatı, zenginliğin getirdiği şaşaa, gece kulüpleri, Jay-Z, Bryan Ferry orkestrası derken geçip gidiyor hikaye... Oysa bence en güzel sahne neredeyse hiç efektin kullanılmadığı ve aşk üçgeninin bir otel odasında ‘patladığı’ sahne... Ve tabi ki filmin ve eserin ruhunu simgeleyen o ‘yeşil ışık’ ve Gatsby’nin o ışığa uzaktan duyduğu özlem... Benim bu filmden aklımda kalan en güzel iki detaydan biri... 
Luhrmann bol cümbüşlü tarzından, mesela “Kırmızı Değirmen”de (Moulin Rouge) yaptığı kadar çok hızlı kurgu, video klip efekti ve numaralarından biraz feragat etmiş olsa da birçok sahnede dikkatimizi bölecek kimi numaralar yapıyor. Bazen değişik müzik kurguları, bazen görsel efekt bombardımanı, bazen kalabalık sanat yönetimi ve oyuncu performanslarıyla dikkatimiz hikayenin trajedisinden koparabiliyor. Halbuki göz yaşartabilecek trajik bir finali var bu hikayenin ve Luhrman bunu kendi sinema anlayışını da koruyarak “Kırmızı Değirmen”de gayet başarmıştı...
Leonardo DiCaprio ve Carey Mulligan pek çok filmlerinde olduları gibi gayet iyiler; ki ben Carey Mulligan'ı ve o ‘ağlak’ ifadesini pek de sevmem... Ama Tom Buchanan rolündeki Joel Edgerton filmin en dikkat çeken oyuncusu! Tobey Maguire ise film boyunca aynı yüz ifadesiyle (‘ağzı açık ayran delisi’ mi derler?) dolanıp duruyor...
Filmin 3D olması ise Baz Luhrmann'ın "ben de bir deneyeyim" dürtüsünün bir sonucu olsa gerek ve ek olarak yine bir dikkat dağıtma efekti görevi görmekte açıkçası... Bollywood'un efsanevi oyuncusu Amitabh Bachchan'ın misafir oyunculuğu ise büyük bir sürprizdi benim için...  3/5

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder