Eleştirmenin Not Defteri

Ezgi Mola etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ezgi Mola etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ocak 2016 Cuma

KOCAN KADAR KONUŞ: DİRİLİŞ

Her şey evlilik aşkına!
Evliliğe odaklı yetiştirilen Türk kızlarının medarı iftiharı Efsun, “Kocan Kadar Konuş: Diriliş”te eleştirdiği ne varsa bir bir yapıyor evlenebilmek için...

Romantik komedi türüne ait filmler tabi ki evliliği özendirici, tek eşliliği savunan ve daha çok kadın seyirciyi hedefleyen filmlerdir. Türk sineması 1960-70’lerde bu türden iyi komediler üretebilmiş bir sinemaydı. Sonra uzun süre kimse bulaşmadı böyle hikayelere, çünkü başta Hollywood’dan olmak üzere iyi yabancı örnekler birbiri ardına geliyordu sinemalarımıza.
Son dört beş yılda televizyon ve sinemamız rom-kom türünü yeniden keşfetti adeta. Şimdi birbiri ardına gelen ve çoğunluğu çıkışını yabancı bir filmden, diziden alan yapımlar sardı ortalığı. Çoğunluğu da düğünle bitmekte. Geçen yıl izlediğimiz “Kocan Kadar Konuş” bu yapımların içinde diğerlerinden farklı bir yapıda kendine yer açabilmişti. Filmin uyarlandığı popüler romanın yazarı Şebnem Burcuoğlu yeni bir şey anlatmıyordu aslında ama yönetmen Kıvanç Baruönü ile birlikte ayakları yere basan sağlam bir ana karakter inşa etmişlerdi. Her ne kadar Hollywood formüllerini (edebiyatta da Bridget Jones ekolünü) takip etse de, Ezgi Mola’nın enerjik ve parlak performansıyla 30 yaşında henüz evlenmemiş Efsun adlı Türk kızının peşine takılıp gittik. Zeki, nüktedan ve edebiyat tutkunu Efsun’un zaman zaman kameraya dönüp seyirciyle konuşması bile kitlesi tarafından pek yadırganmadı. Bizim dizi ve filmlerde pek sevilmez öyle şeyler, bilirsiniz.
Efsun Türk kızlarının doğar doğmaz evliliğe odaklı yetiştirilmelerinden, ‘evde kalma’ korkusuyla geçen yıllarından, ruh eşini bulma aktivitelerinden gayet sıkılmış ve bu sıkıntısını son derece samimi ve esprili diyaloglarla da bizimle paylaşan bir film kahramanı. İlk filmde yaşanan sorun, Efsun’un bütün direncinin lise aşkı Sinan’la yıllar sonra karşılaşmasının ardından birer birer kırılıyor olmasıydı. Tabi ki hikaye gereği böylesi bir kırılma yaşanmalı, sonuçta “Kocan Kadar Konuş” da bir romantik komedi ve olaylar bir şekilde evliliğe bağlanmalı! Ama eleştirdiği noktada bu kadar güçlü durabilen bir kadının sonunda istemediği bir sürü şey yaşıyor olması ve tüm bunları ne kadar dalga geçiyor olsa da birer birer yerine getiriyor olması onun karizmasını bir parça bozuyor doğrusu. Nitekim ikinci film tümüyle bunun üzerine kurulu.
Efsun ilk filmin sonunda öyle bir noktaya gelmiştir ki Sinan’a evlenme teklif etmiştir! Şimdi de düğün hazırlıkları vardır ve Efsun’un hep eleştirdiği ama geçilmesi gereken her türlü safha ona rağmen gerçekleşir. Buradan da komik sahneler ve olaylar birbirini takip eder. Hikayenin bu bölümünde Sinan’ın rolü ilkinden daha da aşağı çekilmiş. Damadın evlilikle ilgili söz hakkı, tıpkı kız babası gibi, neredeyse hiç yok. Büyük şehirlerdeki evlenme işleri tümüyle kadınların fetiş bir olayı olup, onlar tarafından yürütülen bir ritüel. 
Serinin ikinci filmi yine benzer Hollywood modellerini düzgün bir yönetmenlikle ve çok da aksamayan bir senaryoyla takip ediyor. Ama şüphesiz önceki filmde olduğu gibi bu da Ezgi Mola’nın yüksek enerjisine çok şey borçlu. Oyuncu göründüğü her an, küçük bir jestiyle ya da tek bir bakışıyla o sahneyi daha sıcak kılmayı başarıyor. Sinan’ın babaannesi rolünde kadroya katılan Hümeyra ve Efsun’un anneannesi olarak ikinci kez izlediğimiz Nevra Serezli’nin karşı karşıya geldiği atışma sahneleri de filmin lezzetini arttırıyor. Çekingen de olsalar küçük cinsel imalarla süslü birkaç espri de ihmal edilmemiş. Keşke daha cesur olunabilse, ama cesur olmak bu Türkiye ortamında maalesef giderek zorlaşan bir durum.
Birbirinden cıvık komedilerle dolu filmlerimiz arasında “Kocan Kadar Konuş: Diriliş” farklı ve nitelikli kalabilmeyi başarıyor. 2,5/5

Kocan Kadar Konuş: Diriliş
Yönetmen: Kıvanç Baruönü
Oyuncular: Ezgi Mola, Murat Yıldırım, Hümeyra, Nevra Serezli, Eda Ece, Muhammet Uzuner

107 dakika

19 Ocak 2013 Cumartesi

Film eleştirisi: CELAL İLE CEREN



Romantik komediler yazılması en kolay senaryolara sahiptirler. Özellikle de ilişkiler konusunda bizdeki gibi biraz tutucu olan ülkelerde etrafta olan bitenin biraz “farkında” olup eli kalem tutan herkes rahatlıkla yazabilir. Cazip bir kız ve bir oğlan tanışırlar, mutlu olurlar, sonra bir şey olur uzaklaşırlar, bazı gelişmelerin sonunda o 'engel' ortadan kaldırılır ve mutluluk... Hollywood'da binlerce tane var. Yeşilçam'da da vardı eskiden... Ama sonra yıllarca yapmadık, unuttuk... 
Şimdi 2000'lerde tekrar romantik komediye sardırdık ama bunca zamandır doğru yapılmış bir tane çıkmıyor, çıkamıyor. Denemeler gişelerde çalışıyor belki ama bu doğru yapıldıkları anlamına gelmiyor. Nitekim bu filmlerin gişe rakamlarına bakan yapımcılar ya da yönetmenlerin en büyük yanılgısı da bu oluyor... Kitleler her zaman ‘kalite’ye rağbet etmezler. Popülerliğin kaliteyle ters bir orantısı vardır çoğu zaman.   
"Recep İvedik" hem müthiş bir beğeni hem de "nefret" kazanan Şahan Gökbakar da kendi tarzında bir romantik komedi yapmaya karar vermiş. "Recep İvedik 4"ten önce başka türlü bir projede ne yapacağını görmek için olmalı... Ama işte o hedeflediği "başka türlü" olamamış pek...
Filmi eleştiren herkesin birleştiği fikir: başarılı oyuncu Ezgi Mola filmin en iyisi...
Çünkü samimi ve inandırıcı...
Gökbakar, bir röportajında (beyazperde.com) ‘sineması’nı şöyle özetlemiş: “Ben komedi filmi yapıyorum, adı üstünde, insanlar gitsin para versinler onun karşılığında da gülmeyi beklesinler, ben de onları güldüreyim, çıktıklarında da "abi çok güldük" desinler.”
Bundan anlaşılıyor ki; Gökbakar, komedi anlayışındaki ‘terslik’in ne olduğunu anlamamakta direniyor. (Parasını veren) seyircinin istediğini (abi çok güldük) vermek gibi ‘çok masum’ (!) görünen amacın arkasına sığınıyor sürekli. Aziz Nesin’in, Sadık Şendil’in, Ertem Eğilmez’in, Şener Şen, Kemal Sunal, Sadri Alışık’ların yetiştiği bu topraklarda, onların filmleriyle beslendiğini söyleyen bir mizahçının dört filmdir komedi yapacağım diye önüne geleni kırıp dökmesini, bir de sinema tarihi kadar eski olan ‘komedi’ janrını bir çırpıda ‘para’ kelimesiyle aynı cümlede geçirmesini anlamamızı bekliyor. Yaptığının sinema değil tüccarlık olduğunu söyleyince de alınıyor...
Aynı röportajda şöyle de söylemiş Gökbakar: "Bence bazı köşeyazarlarının, sinema eleştirmenlerinin kabul etmeme, reddetme, yok sayma, değersiz addetme güdüsü, karakterin sivriliğinden,yapısından kaynaklandı. İzledikleri karakteri bir komedi unsuru olarak değil de, onu beğendiğinde sanki o karakteri tümüyle tasvip ediyormuşsun ve sen de öyleymişsin gibi olacağını hissettikleri için... 'Hayır ben öyle değilim'in bir yolunu bulmak, o karakteri yok saymak..." 
Yani mesela ben bu durumda, "Recep İvedik"i aslında beğenmişim de bunu yazarsam eğer ben de kendimi öyle bir karakter olarak gösterecekmişim korkusuyla negatif yazılar yazmışım..! Doğrusu bu hayal gücüyle yakında kendisinden bir de bilim-kurgu filmi bekleyebiliriz... 
"Felekten Bir Gece"nin (The Hangover) Zach Galifianakis'i temsilen böyle bir karakter de var Celal'in ekibinde...
“Celal ile Ceren”de “Recep İvedik”ten daha ümit veren bir yol görünüyor halbuki en başta. Ev videosu efektiyle çekilmiş, filme adını veren çiftin “mutlu beraberlik”inden sahnelerle açılan film, Ceren’in Celal’e basit bir kural koymasıyla ilk düğümünü atıyor. Ceren, nasıl sonlanacağını tahmin ettiği için, Celal’in, bir arkadaşının bekarlığa veda partisine gitmesini yasaklıyor. Aralarında çıkan tartışma sonucunda Celal partiye gitmeyeceğine söz veriyor. Ama bu sözünü tutmayıp ‘yasak elma’yı yiyor... Ceren’in bunu öğrenmesi ve sonrasında gelen ayrılık, sanki çıkışını “Felekten Bir Gece” (The Hangover) filminden almış gibi görünse de filmin en doğru işleyen bölümleri... Sonrasında film oradan oraya savrulmaya başlıyor. Ceren ve arkadaşı, Celal’e büyü yaptırıyorlar mesela ki bu filmin orta yerinde duran tümüyle klişe bir bölüm... Nitekim buradaki malum espriler, giderek kabalaşan bir dozda yine skeç usulü sıralanıyorlar. Celal ayrılığın ilk başta getirdiği geçici rahatlamadan sıyrılınca, Ceren’i yeniden kazanmaya çalışıyor. Ama bunu yaparken Hollywood’un ve hatta Yeşilçam’ın zamanında başarıyla uyguladığı garanti şablonlarını aşırılaştırıp içlerini tümüyle boşaltarak “Recep İvedik”e kırıyor dümenini. Yine incelikten yoksun, yine aşırı cinsiyetçi ve hatta giderek de avam bir kimliğe bürünüyor film.
Başladığı gibi gitmiyor film... Mesela bu sahne çok iyiydi... Film bir de fazla uzun... Hatta en az 20 dakika fazlası var diyebilirim...
Kabalık, aşırılığından ileri gelmiyor. Farrelly kardeşler de “Ah Mary Vah Mary”de daha zor olanı deneyip, ‘sperm’i espri malzemesi yaparken bunu sempatiyle ve zeki bir sahneyle yapabilmişti mesela. Ya da Judd Apatow “40 Yıllık Bekar”da bariz bir seks komedisinin içinde romantizm yaratabilmeyi başarmıştı. İşte benim de bir yazar olarak Şahan Gökbakar’ı suçladığım şey tam da bu... Böyle filmler yapabilecek gücü ve kabaliyeti olduğunu düşünmemize rağmen onun “insanlar gitsin para versinler onun karşılığında da gülmeyi beklesinler, ben de onları güldüreyim, çıktıklarında da ‘abi çok güldük’ desinler” dışında bir sinema anlayışı olmaması. Bu yüzden onun komedisi hep ‘ucuz’, hep ‘incelikten yoksun’, hep ‘yengene çaktım’, ‘karıya çatır çatır vurdum’ gibi cinsiyetçi ve hakaretamiz ifadelerle dolu olacak, hep belli bir görünüşün dışında olan kadınlarla ve eşcinsellerle alay edip onları aşağılayacak, seyirciye hiçbir zaman ‘değişik bir komediydi’ dedirtmeyecek... Çok film izlediğini tahmin ediyor olmamıza rağmen hep bir ‘sinema cahili’ olarak kalacak ama o para kazandığı sürece bundan hiç gocunmayacak!