Eleştirmenin Not Defteri

Çizgi Roman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çizgi Roman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mayıs 2013 Cumartesi

"IRON MAN" FİLMLERİ



“Iron Man” hiçbir zaman “Hulk”, “Örümcek Adam” ya da “X-Men” kadar çok takip edilen fenomen bir Marvel süperkahramanı olmadı. Oysa “Iron Man”in hikayesi günümüz dünyası için daha inandırıcı özellikler barındırır. Çünkü ana kahramanı “X-Men”deki kahramanların aksine erdemleri olan biri değil, iyi niyetli ama sinik bir gençken radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılıp kötülerin peşine düşen Peter Parker gibi değil. Ya da “Hulkda olduğu gibi idealist ve yakışıklı bir dahi çılgın bir deneyi kendi üzerinde denerken kontrol etmekte zorlandığı bir ‘süper mahluk’a dönüşmüyor. Belki de bu yüzden Marvel “Örümcek Adam” kadar sükse yapamayan karakterlerini “The Avengers” adı altında toplamıştı. “Iron Man” de Thor, Hulk, Captain America, Kara Dul gibi diğer kahramanlarla birlikte ekipte yerini almıştı. 
Herşeyden önce “Iron Man”in ‘alter ego’su olan Tony Stark bildiğimiz manada bir kahraman değil! Silah imalatçısı, çok zengin bir züppe, dini imanı para ve kadınlar onun için birer gece oyalanacağı oyuncaklar gibi… ABD’nin çıkarları uğruna parayı bastırana silahını satıyor. Kimin ne için kullandığı umurunda değil. Ama günün birinde kendi silahlarıyla rehin alınıyor. Orijinal hikayede zamanın moda düşmanı Vietnamlılar tarafından kaçırılmışken, 2008 yapımı ilk sinema filminde, Afganistan’daki bir terörist çete lideri ona zorla tahrip gücü yüksek bir roket yaptırmak istiyor. Ancak Stark kendisine verilen imkanları oradan kaçmak için faydalanacağı silahlandırılmış bir zırh yapmak için kullanıyor. Başarılı kaçış operasyonundan sonra ülkesine döndüğünde yaptığı işin farkına varıyor ve şirketinde daha faydalı teknolojiler üretme kararı alıyor. Tony Stark’ın ilk filmdeki bu ‘iyi’leşme süreci komedi oyunculuğundan gelen yönetmen Favreau tarafından düzgün bir ritm ve ‘humor’ duygusuyla ele alınmıştı. Tabii Robert Downey Jr. etkisini de unutmamak gerek... 

Sönük bir devam filmi...
İkinci film de büyük ölçüde sırtını Downey Jr.’a ve birinci sınıf oyuncu kadrosuna dayamıyor değil. Favreau, ünlü oyuncu sayısını artırmakla da kalmayıp kötü adamların, demir adam zırhının, robot askerlerin ve patlama çatlamaların da sayısını artırmış. Bir de genç erkekler için vücudunu saran siyah deriler içinde bir ‘hot chick’ ekleyivermiş. Black Widow rolündeki Scarlett Johansson’dan bahsediyorum. 
Mickey Rourke'un 'yaralı' kötü adamı Ivan beklenen etkiyi yaratamamıştı...
İlk filmde Stark’ın karikatürize edilmiş ‘yozlaşmışlığı’ bu filmde yerini, onun aşırı ve artık onu yer yer sevimsizleştiren özgüvenine bırakıyor. Film aynı zamanda,  bir süperkahraman serisine göre hayli erken bir tavırla alter egonun tüm dünyaya ilan edilmiş olmasının üzerine oynuyor yine. Evet, Stark tüm dünyanın önünde çırılçıplak duruyor. İki kişiliğiyle de... İcat ettiği silahlı zırh sayesinde doğu ve batı arasında istikrarı sağlamış üstelik. Film daha en başta mahkeme sahnesinde bunun altını kapkalın çiziyor. Silahlanmanın doğru kullanıldığında ne kadar da faydalı (!) olabileceğini söyleyen binlerce Hollywood filminden biri daha oluyor bu sahnelerde. 
Kötü adam Ivan Vanko’ya gelince; “Şampiyon” (The Wrestler) sonrası Hollywood tarafından yeniden keşfedilen Mickey Rourke’un zorlama ve sığ kötü adam karakteri doğrusu yeterince heyecanlandırmayı başaramıyor. Çünkü kötü adam olma motifi sıradan ve klişe. Bunu da daha ilk göründüğü sahneden belli ediyor. Sonra ‘dişli düşman’ olarak  Monaco’daki Grand Prix sırasında ilk ortaya çıkışıyla belli bir takip zevki yaşatmıyor değil. Ama sonrasında bir şekilde etkisileşip finale kadar adeta donduruluyor senarist sayesinde. Dolayısıyla finalde süperkahramanın ‘dişli düşman’la olan büyük kapışması da etkisini yitirmiş oluyor. Üstüne üstlük Favreau bu final sahnesine bir sürü robot doldurup bir “Transformers” kakafonisi yaşatıyor izleyicilere. Ondan sonra da heyecanla beklememiz gereken (ama öyle bir tansiyon değeri vermeyen) asıl kapışma geliyor ki, başladığı gibi de bitiveriyor. Zaten film boyunca Tony Stark ne hâlâ yoz kalmayı tercih eden silah tüccarı rakibi Justin Hammer (Sam Rockwell) ile ne de Vanko’yla doğru düzgün uğraşıyor. Kendi sağlık problemi ve inandırıcı olmaktan yoksun, yapıştırma bir ‘baba sorunu’yla ilgileniyor daha çok. 
Iron Man filmlerini sükseli efektleri değil; en çok Robert Downey Jr. seyredilir kılıyor....
Aslında üstten bir daha baktığınızda büyük bir potansiyel görmeniz mümkün filmde. Başı sık sık uyuşturucuyla derde giren, ayık olduğu zamanlarda rol aldığı filmlerde müthiş performanslar çıkartan Robert Downey Jr.’ın giderek Al Pacino’laşması kendisini izlemeyi giderek daha da keyifli hale getiriyor. Hem Gwyneth Paltrow hem de Scarlett Johansson estetik anlamda göz dolduruyorlar. İlk filmdeki Terrence Howard’ın yerini alan usta oyuncu Don Cheadle ise Savaş Makinesi (War Machine) adıyla silik bir figür olarak zırhlara bürünüp kendi özel filmine doğru yola çıkıyor adeta. Mickey Rourke bu hazır deforme fiziğini bu tür kötü adam imajlarında harcarsa eğer iyi para yapar belki ama ikinci baharındaki kariyeri için doğru olur mu bu şüpheli. Sam Rockwell ise her zamanki iyi performanslarından birini göstererek Robert Downey Jr.’dan sonra filmin en izlenesi oyunculuğunu sunuyor.
Ama gelin görün herşey aslında bir oyuncu olan Justin Theroux’nun kendi başına yazdığı ilk senaryosunda heba olup gidiyor. Böylesi bir dev prodüksiyonu da ilk kez senaryo yazan bir oyuncuya emanet eden zihniyet de ayrıca tartışılmalı.  

Her genç kızın rüyası: demir adam!
Ve üçüncü film...

Biri iyi diğeri pek de iyi olmayan iki filmin üstüne, birkaç süperkahraman daha takviyeli, eğlenceli “Yenilmezler”in (The Avengers) getirdiği sükse, “Iron Man”i ciddi bir gişe canavarına dönüştürdü. Aslında Marvel’in en çok sevilen karakterlerinden biri de olmayan “Iron Man”in sinemada mayasının tutturulmasında pek çok ‘blockbuster’ filmde olduğu gibi, fikirden ziyade ticari bir zekanın (ve tabi ki paranın) olduğu aşikar...
Biz ikinci filmde doğu-batı arasındaki düşmanlığı dengelemiş bir Iron Man görmüştük. Eskinin silah üreticisi, şimdi de adalet dağıtıyor ve dünyayı daha yaşanır bir hale sokuyordu. Tony Stark bütün teknolojisini ve kapitalist şirketini Iron Man teknolojisini geliştirmeye yöneltmiştir. Bu arada şirketi multi milyonlarını nasıl kazanıyor bilemiyoruz tabi! 
Üçüncü filmin, ikinci filmi pek de anmaması hatta yok sayması anlaşılır bir şey aslında. Kötü bir senaryodan oluşturulmuş filmin ne kötü adamı heyecan vericiydi ne de artık bir çanta boyutuna indirgenebilen demir kostümü. Üçüncü filmi aksiyon sineması türüne çok hakim bir senarist/yazar olan Shane Black’e emanet edilmesi akıllıca olmuş. O da ikinci film yerine öncül film olarak Iron Man’in çok önemli bir pozisyonda olduğu “Yenilmezler”i (The Avengers) önemsemiş daha çok. Tony Stark’ın “Yenilmezler” macerasında ölümden dönmüş olmasının getirdiği bir travmayla muzdarip olması filmin en önemli manevrası. Sık sık panik atak geçiren bir süperkahramanı her zaman göremezsiniz sonuçta. 
"Iron Man 3" en başta bir Arap teroristi paranoyası sunuyor...
Sonra neyse ki başka bir sürprizle bu klişeden kurtarıyor bizi...
Üçüncü filmin bir senarist sürprizi de; kaynak çizgi romanlarında kahramanımızı hayli zorlayan dahi bilimadamı, megolaman ve dövüş sanatları ustası “Mandarin”i önce Bin Ladin benzeri bir Arap teröristi olarak sunup sonrasında sürpriz bir ters köşe manevrayla madara etmesi... Black bir şaşırtmaca yaparak ilk filmin biraz öncesine bağlayarak açıyor filmini. Bu hayli ‘doğulu’ süper-kötü, filmin asıl kötüsü değil oysa. Asıl ‘süper-kötü’nün yine Amerikalı çıkması ve sicili pek de temiz olmayan bir Amerikan başkanını tehdit ediyor olması yine filme artı puanlar getirir belki ama yine de, Pentagon’un mesela kötü adamın izini ararken Pakistan’dan sinyal almalarının ardından ‘hemen vurun’ emriyle Amerikan bayraklı bir demir adamı (Don Chadle) çarşaflı kadınlarla dolu bir atölyeye göndermesi ne kadar da saçma! Bu kapalı kadınların orada aniden beliren bu ‘demir adam’a sarılıp onu kutlamaları vs. gibi sahneler, bu içi sadece yaldızla kaplı gösterişçiliğin Hollywood’luların ne olursa olsun vazgeçemedikleri uyuşturucuları olduğunu kanıtlamakta.
Birçok süperkahramanın tersine, Iron Man’in ‘mentor’unun (akıl hocası) yine kendisi olduğunun altını çizercesine filmin başına ve sonuna eklenen dış ses, yine güzel bir senarist dokunuşu. Bu sayede karakter kendi psikanalizini de kendi yapıyor. Giydiği zırhın sadece bir koza olduğunu da ifşa ediyor filmin sonunda. Tony Stark belki de bu demir maskeden kurtulunca gerçekten “insan” olabilecektir... 
Hah şimdi tam oldu bak!!
"Iron Man 3", büyük güçlerin insan doğasına getirdiği kontrolsüz egonun Bin Ladin, Kaddafi gibileri doğurduğunu söylerken de küçük bir detayı görmezden geliyor tabi; bu egoları getiren büyük güçleri hangi büyük güçler onlara veriyor peki?! 
En azından bilinçli seyirci bunları bilerek izlediğinde filmin eğlencesine kendisini kaptırıp, verdiği filtreli mesajları da yerli yerine koyabilir. Ama bunu yapamayacak yaştaki gençler için bu filmler hâlâ oldukça yoğunlaştırılmış Amerika reklamları olarak algılanabilir...  
Gwyneth Patrow’un tatlı Pepper’ı bir ‘süperkahramanın eşlikçi kızı’ndan finale etki eden bir kadın kahramana dönüşüyor...

21 Nisan 2013 Pazar

Film eleştirisi: GÖSTER GÜNÜNÜ (Kick - Ass)



Günümüz liseli ergenlerden herhangi biri sayılabilecek Dave’in cevabını en merak ettiği soru şu “Neden kimse ‘özel güçleri’ olmasa da süperkahraman olmayı denemiyor ki?” Aslında denenmiyor değil tabi. Ama Dave’in internetle alakası genelde porno ve oyun siteleri olduğu için bunlardan haberdar değil pek! Çünkü Dave’in aslında bir süper gücü var. Kendisi söylüyor: “Tek süper gücüm kızlar tarafından görülmemek!” Dave’in hayatı radyoaktif bir örümcekle tanışmadan önceki Peter Parker maşallah. Hatta ondan daha berbat... Annesini boktan bir hastalıkla kaybetmiş. Babası da renksiz bir tip. Dave cinsel eğitimini porno sitelerinden, hayata dair bildiklerini de çizgi romanlardan edinmiş. Herhangi bir konuda yeteneği de yok. Ama kafayı süper kahraman olmakla bozmuş... Hangimiz lise yıllarında bir kenara itildiğini hissettiğinde olmak istememişti ki zaten?

Dave dalgıç kostümü getirtiyor bir alışveriş sitesinden ve sokağa çıkıyor. Onun da bir süperkahraman adı vardır artık: “Kick-Ass”... Sonra kötülerle de tanışırız. Kudretli bir mafya patronu ve eli silahlı acımasız karanlık adamlar... “Göster Gününü” bu sahnelerle vasatın biraz üstü bir ergen komedi macerası izlenimi vermiyor değil en başta. Ama üstüste attığı vitesler öyle bir seyir deneyimine dönüştürüyor ki filmi, sonunda hayran kalmamak elde değil... 
Orijinal çizgi romanında "Kick-Ass"...
Zira Nicolas Cage’in canlandırdığı bir babanın (o da aslında Big Daddy isimli bir süperkahraman) 11 yaşındaki küçük kızına (Hit-Girl) ateş ederek çelik yelek eğitimi verdiği sahne seyirciye atılan ilk tokat. İkincisi Kick-Ass’in ilk vukuatında dayak yiyip, bıçaklanıp bir de üstüne araba çarptıktan sonra haşatının çıkmasıyla geliyor. Filmin çocuklarının ‘şiddet’le olan ilişkisi böyle çiziliyor daha hikaye çok da ilerlemeden... Ama asıl bomba Hit-Girl’ün ilk kez ortaya çıktığı o sahneyle geliyor. Küçük kızın bir dolu kötü adamı adeta parçalara ayırdığı bu sahne, filmin rengini bir anda çok değiştiriyor. Sonrası rengarenk, şiddetli bir fantezi...

Dave’in dikkat çekmek ve önemli biri olma isteği bir fitili ateşliyor. Mesela kendi alternatifinin doğmasını sağlıyor. Zengin babasına rağmen mutsuz olan arkadaşının Red Mist adıyla önce yanına sonra da karşısına geçmesine neden oluyor. Hit-Girl ve Big Daddy’nin intikam planını sekteye uğratıyor. Yani yaptığı seçimle domino etkisi yaratıyor. Ama yine de kirli bir düzene ve kötü yetişkinlerin dünyasına karşı başkaldıran çocuklar oluyorlar sonuçta....
Bazen grafik şiddetin tonu, özellikle de Hit-Girl’ün finaldeki koridor sahnesinde biraz kontrolden kaçıyor sanki... 

“Göster Gününü” Marvel’in sahibi olduğu Icon adlı bir yayıncının çizgi romanından  uyarlanmış. Yaratıcısı “Wanted” çizgi romanlarının da yaratıcıları olan Mark Millar ve John Romita Jr. İkilinin 2008-2010 tarihleri arasında yayımlanmış 8 sayılık maceraları var sadece. Yani aslında öyle devasa bir ‘ilgi odağı’ değilmiş zamanında çizgi romanları... Ancak Matthew Vaughn’un çektiği bu filmden sonra olağanüstü bir değer kazandı her sayı. Çünkü çizgi roman kültüründen hiç uzak olmayan bir yönetmen olan Vaughn, filmini rengarenk ve çizgi roman estetiğinden de faydalandığı kompozisyonlar, sahne geçişleri ve dinamizmle donatmayı başarmış. Buna herbiri ayrı bir yetenek olan genç oyuncularının performanslarını da eklerseniz ortaya bir an bile sıkılmanıza olanak vermeyen bir eğlencelik çıkıyor. Özellikle de Hit-Girl rolünde izlediğimiz 97 doğumlu Chloe Grace Moretz (“Kanıma Gir” ve “Hugo”da da izlemiştik) göründüğü her sahnede bütün ilgiyi kendine topluyor...

“Göster Gününü” bizde vizyona girmese de küçük süperkahramanlarını büyük tehlikelerin, vahşetin ve yoğun bir şiddetin içine atan bir fantezi. Ama 13 yaş altındaki çocukların da izlememesi gereken bir fantezi...  

Video 1: Filmin güzel bir seçkiden oluşan müziklerinden Gnarls Barkley’nin “Crazy” şarkısının çaldığı bu sahne filmin en “tatlı” sahnesi...

  
Video 2: Bu yaz devam filmini izleyeceğimiz "Göster Gününü" (Kick - Ass) ülkemizde vizyona girememiş, doğrudan ev videosuna inmiş bir filmdi. Filmin Tiglon'dan yayımlanmış DVD'sini hâlâ bulabiliyorken izlemenizi tavsiye ederim...
Aşağıda filmin fragmanını izleyebilirsiniz...


Video 3: Ülkemizde şimdilik 2 Ağustos 2013 günü vizyona çıkacak gibi görünen "Kick-Ass 2"de Jim Carrey'nin de önemli bir rolü var... Yönetmen ise maalesef Matthew Vaughn değil. Ayrıca fragmana bakarsak ilk filmden daha "şiddetli" bir ikinci film bekliyor izleyicileri...