Eleştirmenin Not Defteri

Brad Pitt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Brad Pitt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2012 Cuma

ELEŞTİRMENİN NOT DEFTERİ - 7

Düşler Bahçesi
Aslında yaşanmış bir hikayeden yola çıkan ve bizzat hikayeyi yaşayan kişi tarafından yazılmış çok satan bir romandan uyarlanan Düşler Bahçesi tipik bir Hollywood aile filmi. Oldukça düz bir formülü takip eden olay örgüsü, aile olmayı, her türlü zorluktan çıkışın ancak ‘birlikte’ olmakla aşılabileceğini bize milyonuncu kez anlatıyor. Bir küçük kızı ve sürekli sorun çıkaran ergen oğluyla birlikte ayakta kalma mücadelesi veren dul baba Benjamin karısını çok özlüyordur. Mutsuzdur ve çareyi ev değiştirmekte arar... Yeni aldığı ev aynı zamanda eskimiş ve kaderine terkedilmiş bir hayvanat bahçesidir... Böylelikle ailemiz yeni hayatlarına hayvanat bahçesinde başlar. Oranın çalışanlarıyla da son derece uyumlu bir şekilde (maşallah baba ve oğlu hemen onlardan iki güzel kızı etkilerler!) bir araya gelen ailemiz hayvanat bahçesinin verdiği sorumlulukları da birer birer üstlenirler. Bundan sonrası tıpkı Kevin Costner’ın Düşler Tarlası'ndaki mesajı “İnşa edersen, gelirler!”... (herhalde filme Türkçe ismini verenler bu benzerlikten faydalanmışlar...) Hayvanat bahçesini yeniden adam eden aile aynı inançla onu yine canlandırmaya ve işler hale getirmeye çalışır vs...
Filmin şaşırtan tek bir hamlesi yok. Hatta bir süre sonra tekdüze bir tekrara saplanıyor film. Benjamin’in sürekli karısını hatırlıyor olması, tanışmalarının gerçekleştiği o kafeyle ilgili önüne gelenle sıkıcı muhabbetler yapması romantizm ya da melodrama değil sıkıntıya hizmet ediyor. Scarlett Johansson ile Matt Damon’ın iki arada bir derede sürekli bocalayan kırıştırmaları da bu eski karısını unutmayan adamın romantizmine kurban ediliyor... Karısını 6 ay önce kaybetmiş acılı ve yakışıklı baba, hemen de romantik bir ilişki yaşamasın diye kastırılınca sürekli etrafta ona bakınarak dolanan Scarlett Johansson’un da pek bir etkisi kalmıyor... O zaman da sanki karakterler şöyle bir şey söylüyorlar bize film biterken: “Birkaç ay daha geçince sevişeceğiz biz... Ama şimdi bizim filmi tam da burada bitirmemiz lazım...!” 2/5 



Neşeli Ayaklar 2
İlk film, animasyon sinemasının penguen takıntısına denk gelen iyi örneklerden biriydi... Çocuklar için doğru bir mesajı sevimli bir hikaye kalıbıyla anlatıyordu. Mumble adlı yavru penguenin ait olduğu diğer imparator penguenleri sürüsünün içindeki ‘farklılığı’ onun kendisini ve asıl potansiyelini keşfetmesini sağlıyordu. Sürüdeki neredeyse herkesin şarkı söylemekteki becerisine sahip değildi ama diğerlerinde olmayan bir dans becerisi vardı...
Bu devam filminde yapımcılar bu sefer Mumble’ın oğlu Erik’in benzer bir sorunla yüzleşmesini anlatacak gibi yapıyorlar en başta... Ama sonrasında senaryo ve hikaye bizi hem heyecanlı bir felaket filmi formatına doğru götürüyor. Babası gibi kendine güveni zayıf olan bir çocukluk evresinden geçen Erik’in babasıyla olan problemlerini de çözmesi gerek. İşte tam da bu sırada küresel ısınmanın getirdiği büyük bir felaket bütün sevimli kahramanlarımızı bir arada tutmaya ve mücadele etmeye zorluyor...
Neşeli Ayaklar 2 özellikle çocuk izleyicilere hem kaliteli bir eğlence hem de müzikal bir yolculuk sunuyor. Aslında orijinalinde birbirinden iddialı isimlerin seslerini dinlemek mümkün. Özellikle de tıpkı Buz Devri filmlerindeki Scrat ana hikayeye paralel süregiden iki planktonun “Küçük Kara Balık”a benzeyen yolculuk hikayesinde Brad Pitt ve Matt Damon’ın seslerini duymayı isterdik. Robin Williams’ın, Hank Azaria’nın ve tabi ki Pink’in bütün performanslarını duymak isterdik... Ancak Neşeli Ayaklar 2'nin Türkiye’de altyazılı seçeneği yok. En azından yurt çapında 3-5 kopyanın orijinal dilinde altyazılı olarak çıkarılması daha doğru olur gibi geliyor bana... Evet, Türkiye’deki sinema dublajı eskisi gibi değil, gayet başarılı. Ama mesela bu filmde bazı şarkıların Türkçe, bazı şarkıların da ingilizce olmalarını yadırgadık...
Üç boyutlu izlemiş olmanın da bir faydasını hissetmedim açıkçası... Sanıyorum iki boyutlu da izlesem aynı tadı alırdım...   3/5

8 Aralık 2011 Perşembe

ELEŞTİRMENİN NOT DEFTERİ - 1

İşte haftanın yeni filmleri hakkında kısa eleştiri notları: 

Yangın Var'dan sonra düşündüklerim:
1. Murat Saraçoğlu giderek daha iyi filmler çeken ve kendisini sürekli geliştiren bir yönetmen oldu. Ama en büyük zaafı 'duygu yoğunluğu yaratmak' konusunda hâlâ eksiği var...
2. Filmin senaryosu oldukça naif, siyasi konularda biraz ürkek, hiçbir tarafı kırmadan, örselemeden işin içinden çıkmaya çalışmış. Herşeyi tane tane, ürkütmeden anlatıyor seyirciye... Bu yüzden biraz “ölçülü-biçili” izlenimi veriyor...  
3. Osman Sonant vücuduyla, mimikleri, şivesi ve samimiyetiyle dört dörtlük bir oyun çıkartmış.       
4. Nesrin Cavadzade kendi kuşağının en dikkat çekici birkaç yeteneğinden biri. Rus’u oynuyor, lazı oynuyor, kürt kızını oynuyor; şehirlisi, köylüsü hiç farketmiyor... Yangın Var'da da yaydığı güzel enerji ve sıcaklığı ile perdeden taşıyor... 3/5


Kazanma Sanatı'nda (Moneyball) en çok diyaloglara bayıldım. Belli ki Hollywood tecrübeli senaristi Steve Zaillian filmin olay örgüsünü, Aaron Sorkin de diyaloglarını yazmış... Sorkin’in diyalogları her zaman iyidir zaten (Sosyal Ağ, Charlie Wilson’un Savaşı, Birkaç iyi Adam)... Brad Pitt ve Jonah Hill de çok iyi bir ikili olmuşlar. İkisinin yanyana geldiği sahneler filmin en yüksek sahneleri.. Bu arada Brad Pitt de yaş aldıkça daha olgun performanslar çıkarmaya devam ediyor...
 Filmi bir 'spor filmi' olarak okursanız sıkılabilirsiniz... Ama Kazanma Sanatı aslında güvendiğin, doğru olduğuna inandığın fikrine inatla sahip olmanı ve her şeye rağmen gördüğün yanlışı düzeltmenin imkansız gözükse bile mümkün olabileceğini anlatıyor...
Hollywood'un en sevdiği hikaye kalıbı yani... Üstelik bunu milli sporlarıyla anlatıyor! 3,5/5


Jane Eyre tipik bir BBC yapımı. Neyse ki yönetmen Cary Fukunaga (Sin Nombre) genç ve aşkı, tutkuyu ucundan da olsa yakalayabiliyor... Ama başındaki kurgu oyununa ne gerek vardı ki? Genç izleyiciye ‘heyecanlı bir şey başlıyor, izle bak’ demek için yapılmış stratejik bir tercih olabilir... 
Filmi izlerken şunu da düşündüm: “Biz bu hikayeyi ne kadar çok izledik!”... Neredeyse sadece BBC bile beş kere çekmiş Bronte’nin ölümsüz eserini... 
Alice Harikalar Diyarında'nın Alice’i Mia Wasikowski’nin yorumladığı 'zeki mürebbiye' Jane Eyre gayet inandırıcı... 2011 model Bay Rochester, Michael Fassbender de bir gün evinde oturamıyor herhalde... Sürekli setlerde olmalı... Böyle giderse çabuk eskitecek kendisini... Bir ara da neredeyse ayda bir Nicole Kidman izler olmuştuk... ! 3/5


En son Amerikalı'yı çeken Şerif Gören’in sinemaya dönüş filmi Ay Büyürken Uyuyamam'ı yarı tedirgin bir halde bekliyordum açıkçası... Daha film ilk 10 dakikasında derin ve hüzünlü bir hayal kırıklığı yaşatmaya başladı... Çünkü ana karakterlerini öyküye dahil edilişinde bariz sorunları vardı... Ama bu kadarla da kalmıyor film... Necati Cumalı’nın farklı hikayelerinden oluşturulmuş senaryo incelikli ve inandırıcı olmakta zorlanıyor. Cumalı’nın öykülerinde küçük kasabalardaki ikiyüzlü cinsellik anlayışını yansıtış biçimiyle Gören’in filmindeki fark giderek bir uçuruma dönüşüyor. Finalde ilahi dokunuş ise bu uçuruma tuz biber ekiyor... 
Filmin TV dizisi estetiğinde olması oyuncularının dizilerden tanınıyor olmalarından kaynaklanmıyor bu arada. Tam tersi Ayça Bingöl elinden geleni yapıyor mesela ama çabaları yetersiz kalıyor. 
Filmin ilk yarım saatinde hayli yeri olan Fırat Tanış ise bir anda filmde kayboluyor. Sanki canı sıkılmış da filmi terketmiş gibi... 2/5