Eleştirmenin Not Defteri

10 Ağustos 2012 Cuma

Yeni bir şey yok: GERÇEĞE ÇAĞRI


“Yaratık” (Alien) filminin senaristleri Dan O’Bannon ve Ronald Shusett’in Philip K. Dick hikayesi “We Can Remember It For You Wholesale”den uyarladıkları senaryoları “Total Recall”u yaptırabilmek için yıllarca uğraşmışlar. Sonunda senaryoları bugün iş hayatında olmayan film stüdyosu Carolco'nun Arnold Schwarzenegger için aradığı proje oluvermiş. Arnold da "Robocop"ını izleyip de tarzını çok beğendiği Paul Verhoeven'ı istemiş... 
1990 yapımı "Total Recall"un kısaca böyle bir çekim hikayesi var yani...   
Bilim-kurgu edebiyatının usta yazarlarından Dick’in hikayesinde sıradan bir işçi olan Douglas adlı bir adam Mars’a gitmek konusunda nedenini anlayamadığı bir tutkuya sahiptir. Sahte anılar üreterek insanların beynine bunları eken bir şirkete giden Douglas bu işlem sırasında “uyanır” ve beyninin karanlık kıvrımlarında yok olmuş bazı gerçekler yeniden yüzeye çıkar… Aslında Douglas’ın ektirmek istediği anılar Douglas’ın beyninde zaten vardır…  
Total Blade Runner
Dick’in hikayesi başka bir hayata özenen adamın, içinde zaten gizliden taşıdığı o başka hayatla yüzleşmesini sahte anı / gerçek anı ikilemi arasında gidip gelerek ele almakta. Paul Verhoeven’ın 1990 yapımı filmi de bu doğrultuyu özünde koruyan bir filmdir. Ancak kimi gediklerine, dönemin aksiyon sineması ekollerine teslim olan senaryosuna ve Verhoeven’ın dozu zaman zaman kaçan şiddetle örülü yönetimine rağmen vasatın üzerindedir... Bugün her Arnold filmi gibi “Gerçeğe Çağrı”nın da nostaljik bir çekiciliği hâlâ vardır. Ama “Alacakaranlık” (Twilight) gibi filmleri sinema sanatının başyapıtları olarak gören ve eski filmlerle hiç alakası olmayan genç bir nesil var -ki ne derseniz deyin sinemaya en çok onlar gitmekte- onlar için 1990'lardan gelen “Gerçeğe Çağrı” gibi filmler ‘demode, eski ve zaman kaybı şey’lerdir... Dolayısıyla bu gençler için bu hikayeler ‘yepyeni’ aslında. 
Total Fifth Element
“Equilibrium” ve “Ultraviolet” filmlerinin senarist yönetmeni Kurt Wimmer’in senaryosu Dick’in hikayesini değil Verhoeven’ın filmi üzerinden ilerliyor ve hikayenin ana mekanını Mars’tan alıp tamamen dünyaya getiriyor. Böylece hikayenin altındaki politik zemini “sömürgeci Büyük Britanya İmparatorluğu”na dayıyor. Dünyada yaşanmış büyük bir kimyasal savaştan sonra burjuva sınıfının oluşturduğu takım elbiseli, şık giyimli insanların yaşadığı Britanya Birleşik Federasyonu ile Avustralya kıtasında sıkışıp kalan işçi sınıfı arasındaki hikayede tabi ki işçilerin direnişini bastırmak isteyen kötü beyazlar vardır!
Basit bir işçi olarak yaşayan Douglas Quaid kendi rüyasının peşine takılmışken bu iki sınıfın arasında stratejik bir öneme sahip olduğunu keşfeder. “Blade Runner”vari, kirli, ıslak ve de hayli ‘asyalı’ koloniden çıkıp “Azınlık Raporu” (Minority Report) evreninde “Ben, Robot”sal (I, Robot) bir geleceğin içinde "5. Güç"ün (The Fifth Element) araç trafiğinde, yapay robot polislerle (Robocop) ve karısı bildiği Hükümet ajanıyla baş etmeye çalışan Douglas “Jason Bourne” gibi bir ajandır aslında. Amacı kendi kimliğini bulmak, bunu yaparken gezegeni de diktatöryel bir rejimden kurtarmaktır...  Pislik içinde yaşayan, bir araya gelip isyan etmekten aciz, zavallı işçi sınıfının (!) hayatta kalmasını sağlayıp güzel direnişçi sevgilisiyle kimbilir nasıl bir refah hayatın huzurlu dünyasına adım atmaktır amacı... 
Total Minority Report
Belki fazla ileri gittik ama Len Wiseman’ın bütün bu ‘kolaj’ filmi Verhoeven’ın filminin altında kalan bir zeka taşıyor ne yazık ki. Wiseman’ın orijinalinden aldığı en bariz gönderme olan üç göğüslü kadın bile bu kolajın içinde ‘eklektik’ kalıyor. Verhoeven Dünya-Mars arasındaki köprüyü aynen koruyup hikayeyi bilimkurgu düzleminden çok da ayırmamayı seçmişti ve filmindeki ezilen sınıfı fiziksel olarak da diğerlerinden ayırmış, çareyi Marslı teknolojiye (insanoğlunun dışında bir yardıma) bağlamıştı. Douglas’ın yaptığı kahramanlık, bu yardıma bir kapı açmaktı. Yukarıdaki satırlarda bahsettiğim dönemin aksiyon filmleri ekolüne teslim olduğu yerlerini saymazsak (Arnold’un oyun kabiliyetini örtmek için kullanılan eğlenceli diyaloglar, simsiyah giyinen ve aşırı sinirli bir kötü adam, Mars’a yolculuk yapılabiliyor olmasına rağmen hâlâ makinalı tüfeklerin kullanılması vs...) hayal gücü daha geniş ve daha fantastik bir hikaye anlatıyordu. Bütün o koşturmacanın arasında bazen durup hem kahramanını hem de bizi şüpheye düşürücü hamleler yapıyordu: Acaba bütün bu olanlar Douglas’ın Rekall şirketinden satın aldığı anılar mıydı?
Total Bourne Ultimatum
Bu ‘yeniden çevrim’in en yapamadığı şey bu şüpheyi ne Douglas’a ne de seyirciye yaşatabilmesi... Zaten Wiseman filmini aksiyona boğarak böyle şeyler düşünmememizi sağlamaya çalışmış sanki. Üstelik o da aksiyon sinemasının kendi klişelerine ve ekollerine orijinalinden daha da fazla saplanmış. Bütün kötülüklerin anası 'beyaz gömlekli' Başkan’ın bizzat finalde Douglas’ın karşısına çıkıp yumruk yumruğa dövüşmesi, direnişçilerin liderinin kilisede mevzilenmesi ve de ayrıca bir ‘aziz’i andırıyor olması (bu arada adı da Matthias, yani kör gözüm parmağına!), bol CGI’lı büyük sahneler, yönetmenden torpilli Kate Beckinsale ve Jessica Biel gibi iki çekici kadın, Colin Farell’ın biraz Deckard biraz Bourne biraz da “In Bruges”dan kalanlarla ortaya sunduğu çeşni belki yeni neslin kolayca yutup baştacı edeceği numaralardır. Ama bizim gibi, ‘çok şey görmüşler’ için sadece bir ‘ikibinler aksiyonu’ daha işte...  
Total Total Recall

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder